5 Haziran 2013 Çarşamba

IMF Narkozundan Kurtulmak Mümkün mü?



Bu videonun altına bir de bu anektodu eklemek bazı şeyleri daha da anlamlandıracaktır diye düşündüm. 
Video'yu izlediğinizde Aytunç Altındal Romanya'nın Çavuşesku dönemindeki IMF ilişkisinden bahsediyor.

Bundan yıllar önce Refahyol hükümeti de IMF e borcu kapatmak üzere ABD ye gitmişti. O dönemdeki koalisyonda ekonomiden sorumlu iki kişiden biri ABD de görüşmede iken diğeri Türkiye'de kalmıştı. ABD'de ilgili birimlerle görüşme yapan kişi "biz borcumuzu ödemeye geldik" dediğinde IMF yetkilileri "hangi parayla" dediler. Yetkili, paranın hazır olduğunu söyleyince IMF deki ilgili "o para çoktan başka yere gitti bile öyle bir para yok, dolayısıyla borcunuzu ödeyemezsiniz" diye karşılık verdi. Bu durum karşısında şok olan ekonomiden sorumlu kişi Türkiye'deki mevkidaşını aradığında o daha uçakta ABD yolundayken operasyonun gerçekleştirildiğini teyit etti. 
Sonuç olarak ülkeleri borç sarmalıyla soyan bir para sisteminden önceki yazılarda detaylarıyla bahsetmiştik.Okumayanlar detayları öncelikle oradan okusunlar... Bu sistemin içinden çıkmak bir anlamda uyuşturucudan kurtulmak kadar zor. Ülkeleri bu yöntemle soyanlar bu oyunun bozulmasını istemiyorlar. Bozmaya çalışanların sonucunu da Aytunç Hoca güzel bir örnekle aktarmış. Türkiye olarak son dönemde IMF ile olan hikayeyi bu kapsamda birkez daha değerlendirin lütfen ne anlama geldiği daha iyi anlaşılacaktır.

Anlayana!!! ve olaylardan ders almak üzere sadece gözünün gördüğüne inanana değil, beynini kullanana....





3 Haziran 2013 Pazartesi

Kaos Ortamı ve Finansal Harp

Piyasada tek günde %10 kayıp üzerine...

Olayları siyasi bir taraf olarak değil ülke çıkarları açısından bakarak yazdık hep malumunuz. Bu yazılar içinde aslında sorduğunuz detayların cevabı da gizli. Ülkenin Atatürk'den sonra denk bütçeden, borca dayalı dışa bağımlı ekonomiye geçişinden bu güne kadar yaşanan çalkantılar hep dünyadaki belli güçlerin kontrolünde işletilmiştir. Bu süreçte hükümet kim olursa olsun hangi ideolojiye sahip olursa olsun uyguladıkları politikalar mecburen paranın gücünün istediğine yönelik olmuştur. Çünkü ekonomik özgürlüğüne sahip olmayan hiçbir ülke tam bağımsız değildir. Dolayısıyla kimse şu olsaydı böyle olurdu, bu böyle iyi yaptı, bu şöyle kötü yaptı demesin boşuna. 

Bu noktada önemli olan bu dışa bağımlılığı azaltacak strateji ve projeler üretip borca dayalı yapıyı düzeltmekti. Son dönemde yeterli olmasa da buna yönelik adımlar atıldı, en azından IMF'e olan faiz kamburu ortadan kaldırıldı. Kamu borcu da %37 lere kadar indirildi Avrupa %100ün üzerinde kamu borcu ile boğuşurken. Bu aşamada izlenen politikalar pek çok noktadan eleştirilebilir fakat başka yönetimler de olsa bu ekonomik bağımlılık devam ettiği sürece çok da milli bir politika izleme şansları yoktu zaten. Şu anda kötünün iyisini konuşabiliriz ancak.

Son dönemde izlenen politikalar kimi açıdan milli ve kalkınmaya yönelikti, kimileri de dışa bağımlı ve sermayeye bağımlı hamlelerdi. Fakat bu bağımlı hamlelerin dozunu iyi ayarlamak meseleydi. Son dönem projeler (Finans Merkezi vb. gibi) ve özellikle Suriye konusundaki tutum emperyallerin amacına göre yürütüldü gibi görünmekte ağırlıklı olarak. Fakat bir açıdan bakıldığında da bir zaman kazanma, eli güçlendirecek bir örtülü strateji olabileceği konusunda değerlendirmeler yazmıştık ve bunu yaşayarak göreceğiz demiştik. Özellikle finans, enerji ve teknolojik anlamda dışa bağımlılığı azaltacak adımlar atarken zaman kazanma yönünde bir denge siyaseti işletildiğini düşündük ve yazılara da bunu yansıttık zaman zaman. Bu konularda eli güçlü olan bir siyasi irade bazı noktalarda daha milli bir politikaya zamanla dönme eğilimi artma ihtimalini yansıttılar üzeri örtülü olarak. 

Son siyasi gelişmeler özellikle ABD deki zirveden sonra bazı detayların bizden talep edildiği fakat çıkarlarına yönelik sonuç alamadıkları intibaanı veriyor. 
Ülke içindeki yıllardır ülke insanının emeğini sömüren güdümlü sermaye gruplarının bazı gelişmelerden oldukça rahatsız olduğu da aşikar. Bazı projeler ülke içindeki sermaye dengelerinin geçmişteki rantlarına engel oluyor. Yerli otomobil yapmaya yönelik teşvikler geliyor en başta KOÇ'lar itiraz ediyor. Köprü ihalesine yeterli teklif gelmeyip ihale iptal olunca aynı gruplar yine homurdanıyor. Emperyal bağlantılı bir diğer sermaye grubu Çukurova'nın özellikle medya şirketlerine TMSF devlete borçlarını ödemediği için el koyuyor diğer ortakçıları Doğan Medya grubu sıranın kendilerine geldiğini hissettiklerinden toplum psikolojisini etkileyecek hamlelere başlıyor. Son yazıda bunu dile getirmeye çalıştık, özellikle medya ayağı konusunda Türkiye'de son dönemde kan kaybeden küresel elitler kargaşa ortamını değişik mecralara aktarma derdindeler günümüzde. İşte gördük küçük bir kıvılcımı çeşitli provakatif girişimlerle ne kadar büyütüp meydanları ne hale getirdiklerini. Bu eylemlerin içinde 200 üzerinde dış istihbarat ajanlarının aktif rol oynadığı haberleri gelmeye başladı. 
Bu olayların tansiyonu bilerek birilerinin desteği ile yükseltildi. Tamam ülkeyi seversin, doğayı korursun, ben de onlarca kez bu sayfalarda doğa sevgisi adına defaatle yazılar yazdım, çeşitli programları tavsiye ettim paylaştım. Şu olayın başlangıcındaki ağaçları korumak için girişimde bulunan iyi niyetli arkadaşlara sorsak acaba bugüne kadar kaç tane fidan diktiler? 
Peki şunu da soruyorum az önce ismini andığımız KOÇ grubunun üniversitesindeki öğrencilerin final sınavları neden iptal edilip ağaçları koruma eylemine gönderilir?
KOÇ'ların örtülü geçmişini deşmek bazı şeyleri zaten günyüzüne çıkarır fakat biz burada ne kadar detayına girebiliriz? Kısa bir araştırmada zaten çok fazla detaya ulaşabilirsiniz. Şunu da ekliyim madem konu buraya gelmişken. Hatırlarsanız geçmiş yazılardan birinde "turva atı" rumuzuyla bazı detaylardan bahsetmiştik. Bu yazı içinde Lozan'ın gizli yüzünün baş kahramanı Hayim Naum'dan bahsetmiştik. Baba KOÇ'un bu adamla olan bağlantısını incelediğinizde ülke insanının kanını küresel elitlerin emrinde nasıl emdiklerini çok net görürsünüz. Hayim Naum'denen adamın Osmanlı Bankasındaki merkez bankası altınlarının nasıl çalıp kaçtığını, yarısını da Türkiye'deki Yahudi oğlu Vehbi'ye bıraktığını, bu sermaye ile yıllardır nasıl yapılandıklarını çok daha detayına girmeden not olarak ifade edeyim, gerisini araştıran okusun.

(Koç'un Rockefeller Hanedanı ile muhabbeti)

Aynı sermaye grupları IMF anlaşmaları ile beslendiler günümüze kadar, hatırlayın IMF ile anlaşma olmayacak dendiğinde bunlar ve emrindeki medya grupları ekonomi kanallarında hep IMF giderse ekonomi çöker demediler mi? Çünkü IMF anlaşmalara koyduğu maddelerde ülkeye verilen parayı gidip bu adamlara vereceksin diye şart koyuyordu. Küresel elitlerden ülke yönetimince borç alınan para dönüp yine küresel elitlere hizmet eden içerideki işbirlikçilere gidiyordu. Yani bir cepten öbür cebe ve soyguna devam mantığı işletiliyordu. Geçmişteki tüm hükumetler de bu soyguna eli mecbur göz yummak zorundaydı. Çünkü borca dayalı bir sistemde ekonomik özgürlüğümüz hiç olmadı.

Şimdi bazı noktalarda finansal anlamda rahatlamalar olduğu açık, özellikle not artışı ardından faizler %4.5 seviyesine kadar geldiğinde ülke insanının sırtından çalışıp borç ödemeye akan para hafiflemiş oldu. İçeride tezgahı kurmuş olan küresel sermayenin güdümündekiler eskisi gibi paradan para kazanamaz oldu. Yine bunların güdümündeki medyanın etkinliği azalınca özellikle de sermaye anlamında eskiye nazaran daha esnek durumda olan ülkede gerginlik çıkartacak yeni bahaneler gerekirdi. İşte bu detaylar ışığında küçük bir kıvılcım arayanlar Taksim parkını bahane ettiler. Bugün görüldüğü gibi ülkedeki olaylar bilinçli olarak tırmandırıldı ve ilk pazartesi işlem gününde piyasaları finansal harp yöntemiyle salladılar. %10 luk bir endeks kaybı tarihte çok sık görülmez. Haftaya 86binden başlayan piyasa sadece bir günde 76binli fiyatları gördü. Gerçi bu sayfalardaki yorumlarda 90-93bin aralığındaki dalgalanmaları kullanın şeklinde onlarca kez yazımız oldu, Ocak ayındaki 86bin zirve hamlesi sonrası düşüşün ertesinde 73bin sarkışının ertelenmiş olduğunu yeni zirveler sonrası yine gündeme geleceğini yine çok kez yazdık. Oyunu bu kadar kısa zamanda abartabileceklerini çok beklemezdik ama yine beklenmedik anda harbi çıkardılar piyasalarda da. Zirve bölgesinde yazdıklarımız ülke insanı olarak ne kadar faydalı olabildi bilmiyoruz fakat bundan da dersler çıkartarak ilerleyeceğiz yine. Öngörülerin daha etkin bir şekilde uygulamaya yansıması için çaba harcayacağız mutlaka.

Sonuç olarak bazı noktalarda hizaya getirme, ülkedeki yere basmaya çalışan adımları sindirme, küresel elitlerin çıkarlarına göre hareket etmeye yönelik bir darbe yedi bugün piyasalar. Bölgemizde sürekli gündemde olan ve belli güçlerce uygulanan finansal harbin hareketiydi bugünkü. Gören de sanki ülke battı sanacak tek günde %10 satış. Yukarıdan satanlar çok sıkıntı duymamışlardır, elinde olanlar da bu harbe biraz daha dayanıklı olmalılar, tepki hareketleri yine mutlaka gelecektir. Bu hamlelerden önce hareket etmek yersiz olur.

Biz tekrar piyasalardan gündeme dönelim;
Arkadaşlar istediğiniz ideolojiye destek verin, ister sağcı ister solcu olun aynı ülkede yaşıyoruz sonuçta. Bir taraf olmak insanların gözünü kör etmemeli, bazı şeyleri savunurken körü körüne davranmamalı. Bu toprakların insanının hamurunda olan sağduyu, hoşgörü ile hareket edilmeli. Göz olanı, beyin olacağı görür, olacak olanları geçmişte ve yakınımızda olanlardan dersler çıkararak bakmalıyız. Kimse bu ülkenin Irak'da, Libya Mısır Cezayir Suriye'de olanlara benzemesini istemez herhalde? O durumda ülke insanı olarak sağduyulu olup bu tezgahlara gelmemeliyiz. Bunun bilincinde olan bir toplumu örgütlemeliyiz herşeyden önce. Yoksa yine ve halen Suriye'den sonra İran'dan önce hedef Türkiye...




2 Haziran 2013 Pazar

Kürt Baharı Olmadı, Sıra Türk Baharında mı?

Kürt Baharı Olmadı, Sıra Türk Baharında mı?


02 Haziran 2013 tarihinde HaberBorsa Deneme Tahtası başlığı altında yayımlanmıştır...


Biz ülke ve dünyadaki olaylara bir taraf olarak değil, örtülü küresel dizaynın çarklarının işleyişini büyük resme bakarak gelecek yansımaları makro gerçekler penceresinden yazmaya çalıştık şimdiye kadar. Bu yazıların birinde Arap baharı sürecinin Suriye'ye taşındığı ilk günlerde patlak veren olaylar ardından "Suriye'den sonra İran'dan önce hedef Türkiye" şeklinde bir ifade kullanmıştık. Bu manşetin ışığında son dönemde ülke olarak yaşadığımız olaylara baktığınızda bunun izlerini rahatlıkla görüyor olmalısınız. 

Kimse bizden siyasi meşrefe yönelik yorumlar beklemesin, siyasiler ve siyaset gelip geçicidir, insanları kalıplaştıran ve taraflaştıran dolayısıyla ayrımcılık tohumları eken küresel elitlerin dizaynı ideolojiler de (onlar çıkarlarına kavuştuktan sonra) gelip geçicidir. Bu ülke ve insanlarının huzuru ve bekâsıdır esas olan ve şimdiye kadar hep siyaset üstü yazdık tüm yazılarımızı. Ana temamız da siyaset üstü ülke çıkarları oldu hep. Bu topraklara şahsi çıkar uğruna değil gönülden hizmet eden bir nesil en büyük temennimiz. Şahsi çıkar uğruna hareket edenlerin zamanı geldiğinde çıkarlarını kaybettiklerinde nasıl değişik kisveler altında bir diğerini alaşağı etmek uğruna ülkenin geleceğini ipotek ettiğini yakın tarihimize baktığımızda sıklıkla görüyoruz. Aklı olan, tarihten ders alan millet aynı hatalara tekrar tekrar düşmez.

Bu yazıda sözü uzatmadan sadece şuna dikkat çekmek istedim. Bakın coğrafyamızda son iki-üç yıldır yaşananlara. Avrupa'nın güneyini finansal harp ile diz çöktürenler Afrika'nın kuzeyini de Arap baharı ile kışa çevirdiler. Sözde ayaklanmalar hep sosyal medya üzerinden örgütlendirildi, sloganlar hep aynıydı (Arapça -"Kifayâ" ) "YETER". Bu Kifayâ hareketi küresel bir dizayndır ve detayları ABD Dış İşleri 
QDDR sitesinden bulabilirsiniz. 
 Bu arketipi yıllarca çeşitli medya organlarında küçük olaylarda slogan haline getirenler bu hareketi içerideki örgütlenmeler ile ülke yönetimlerine bir silaha çevirdiler. Söylemler hep aynıydı, diktatör rejimlere bir baş kaldırı hareketiydi bu Arap Baharı denen yalan rüzgarı. Peki bu başkaldırı hareketini örgütleyenler ilk kıvılcımı çeşitli bahanelerle başlattıktan sonra kenara çekildiğinde olan kime oldu? Sözde bahar geleceği vaad edilen topraklar neden halen kan gölünde? Şimdi eski diktatör dedikleri adamlar dönemini aramıyorlar mı? Olan yine o ülkenin gariban halkına, günahsız çocuklara olmadı mı? Bakın olanlar çok yakın geçmişte gün yüzünde. Saddam'ı bahane edenlerin topraklarında halen her gün yüzlerce ölüm kol geziyor. Benzer durum Libya, Mısır, Cezayir ve pek çok bu zehirli bahar havası bulaşmış topraklarda sürmüyor mu? 

Ya günümüzde? Sözde baharın son halkası Suriye'ye bulaştı. Nasıl bir baharmış ki her gün bir bahane ile müslüman başka bir kardeşi müslümanı öldürüyor? Bu topraklara bu zehri kim soktu ve neyi amaçlıyor? Kapital sistemin elitleri ilk kıvılcımı çakıp bir köşede olup biteni zevkle izlerken çıkarlarının derdine düşmüş kardeşler birbirini katletmiyor mu?

Suriye olaylarının sınırlarımıza ulaştığı günlerde de yazılarımız olmuştu ve o dönemde Arap baharını Kürt baharına çevirmek isteyen güçlerden bahsetmiştik. Bölgede görülmemiş bir operasyon yaşanırken bölücülerin amacı Suriye'dekine benzer bir bölgesel bağımsızlık ilan etmekti. Bu oyun başarılı bir strateji ile bozuldu o dönem için. Ardından yazdığımız bir yazıda bu oyunu bozacak siyasi çözümler üretilmesi gerekliliğinden bahsetmiştik. Buna yönelik bir süreç başlatılmış ve işletiliyorken, henüz başarısına yönelik net doneler yok elimizde. Fakat atılan olumlu adımların ardından ülke genelinde gündemden düşen bir terör cephesinden, şu günlerde başka mecralarda başka bir eylem ile cephe açılmaya çalışılıyor. İşte dikkat edilmesi gereken detay burada. Slogan ve söylem tanıdık değil mi? "YETER" ve "diktatör"...

Şimdi soruyorum sizlere; Coğrafyamızda bu kadar benzer olaylar yaşanırken Suriye'den sonra sıra Türkiye'de mi? Kürt baharını patlatamayanlar sözde bir Türk baharını mı patlatma peşindeler. Sosyal medyada bir çılgınlık almış başını gidiyor. Sadece bir park müdafası ile başlayan eylemleri kıvılcım olarak kullananlar olayı alevlendirip başka mecralara mı çekme derdindeler? Sözde çevreciler haklı olarak savunulan 3-5 ağacın peşinden mi gidiyorlar? Eğer öyleyse bu olaylar sırasında o koruduklarını söyledikleri 3 ağacın kaç misli çevre kirliliğine ve yıkıma sebebiyet verdiler? Eylem yapılacaksa bunun kanuni hak olan kısmını kullandılar da mı müdahale gördüler? Kimse bu yazdıklarımıza taraf gözü ile bakmasın ben sadece soruyor ve cevap arıyorum, bunun yanında küresel elitlerin hedefledikleri ile örtüşen yanlarla kesişen olaylar görünce ülkem için üzülüyorum.

Coğrafyamızdaki olayların akışına ve ülkemizdeki zamanlamasına baktığımızda manidar detaylar mutlaka göze çarpıyor. Öncelikle medya ayağına bir bakmak gerek. Bakın dünya medyasında ülkemiz içindeki kargaşa nasıl manşetlendirilmiş.

Bu resim sosyal medyadan alıntıdır. Bu manşetleri yayanlar galiba bir başarıya imza atıldığı düşüncesi ile hareket ediyorlar. Kimileri bu manşetleri karakaşımıza karagözümüze atıyorlar sanıyor anlaşılan. Fakat aynı mecraların medyası benzer manşetleri Arap Baharında Libya, Mısır için de atıyordu UNUTMASINLAR!!! O dönemde verdikleri gazı şimdi bizim üzerimize tatbik etmiyorlar mı?
Birde son dönemde olaylarla örtüşen gelişmelerin arefesinde eylemlerin yayılması da manidar. Olayın bir diğer bağlantısı TMSF nin Çukurova grubunun özellikle medya kanadına el koymuş olması da ülke içindeki küresel medyanın uzuvlarının etkinliğinin kaybolmaya başlaması ile de ilişkilidir. Bu aşamada küresel medyanın yerel hizmetçisi bir diğer grubun buna karşı bir agresifleşmesi de sözkonusu manşetlere bakıldığında.

Ayrıca olayların başlamasından önce içki satışına getirilen saat kısıtlaması siyasi bir gerilim tırmandırılışıydı ki bardağı doldurmaya yönelik bir damla etkisi olarak kullanıldı. Bunun yanında olayların hemen öncesinde İstanbul'un fethine yönelik yapılan İstanbul'daki gösteriler ve 3. Köprünün ismi konusunda bardağı taşırmaya yönelik söylemler hep bu gerginliği tırmandırdı. Bu açıdan bakıldığında bu süreç siyasi açıdan yönetilemedi. Söylemler tüm ülkeyi kapsayamadı balkon konuşmasındaki vaad edilen gibi. 
Olayların da özellikle İstanbul'un fethi kutlamalarının ardından "Taksim" merkezli başlatılması İstanbul'a yönelik bir küresel mesajdı. Osmanlı imajı ile yapılan kutlama ve projeler içeride her nekadar Alevilik gibi alakasız ve dar kalıplarda çeşitli mecralarda medyadaki tartışma programlarında değerlendirilmiş olsa da işin asıl büyük senaryosu "İslambol mu? Konstantinapolis mi? denkleminde okumaktır doğru olanı bana göre. Ayrıca Alevilik gibi konu bağlamı anlamında dar bir kalıba sokulan söylemler özellikle 3. Köprüye Yavuz Sultan Selim isminin verilmesiyle ortaya atılan "Alevi Katliamı" dayanaksız bir muhalefetti. Çünkü Dersim'e o dönemin şartlarında bomba yağdıran "Sabiha Gökçen Havaalanı" ismine itiraz etmeyi aklına getirmemiş bir muhalefetin köprü hakkındaki bugünki muhalefeti dayanaksız kaldı. Bu kapsamdaki söylemler sadece suni cephe oluşturma girişiminde öte şeyler değildi, ki nispeten bu cephe de oluştu emellerine yönelik olarak.

İstanbul'u örtülü projelerinde dünya başkenti, dünyanın finans merkezi ilan edenler İstanbul'un fethinin hemen ertesinde "Yahudi ve Hristiyan" aleminin kutsal mabetlerinin ağırlıkta olduğu Taksim bölgesindeki bir bahaneyi kullanarak fethe karşı bir hareket başlatmış durumdalar.

Şimdi dönüp dolaşıp gelelim Suriye meselesine. Suriye olaylarındaki siyasi tavrı çok kez eleştirdik bu yazılar içinde. O yazılarda Abdulhamit Han'ın antienparyal tavrından ve Teodor Herzl'in nezlinde küresel elitlerin nasıl huzurdan def edildiğini aktarmış ve şu andaki siyasi tutumun bu tutuma ihanet olduğunu, küresel bankerlerin çıkarına bir politika olacağını ifade ederken "küresel bankerler ile para uğruna işbirliği yapılıyorsa gün gelir aynı bankerler çıkarı bittiğinde aynı oyunu bize uygularlar" demiştik. Şimdi bu siyaseti izleyenlerin vebalinin sonuçlarıdır bugünki yaşanan senaryo malesef.

Buna rağmen bu olayın içine farkında olmadan katılan gruplar sözde antienperyal bir tavır ile siyasi kararları emperyalist hareket ettiği gerekçesi ile protesto ediyorlar genel anlamda. Fakat oyunun içindeki oyunun ne kadar farkındalar? Ülkenin yaşananlardan ders çıkaran insanlarına ihtiyacı varken, bu toprakların birliği bütünlüğü için şahsi çıkarlarını bir kenara bırakıp bu toprakların selameti için aklıselim hareket eden vatandaşlara ihtiyacı varken bu birbirine düşmek neden? 

Ülke kritik bir dönemeçten geçerken atılan her adımın kime hizmet ettiğini iyi ölçüp tartmak gerek. Şimdi ülke insanının birbirine düşme zamanı değil, birlik olma zamanı. UYANIK OLALIM!!!