26 Nisan 2013 Cuma

Altın Neden Çakıldı?


FİNANSAL HARP - Akdeniz'deki Kumpas II - Altın Neden Çakıldı?


26 NİSAN 2013 tarihinde HaberBorsa Deneme Tahtası başlığı altında yayımlanmıştır...

Altındaki bu sert dalgalanmalara yönelik herkesin bir yorumu var, piyasa ünlüleri de bu düşüşlere çeşitli kılıflar uydurup duruyor görüyoruz...
Piyasada sözü dinlenen pek çok ünlü ekonomistin değerlendirmesi var, onlara göre bu şok! sayılan altın fiyatlarındaki düşüş ile ilgili olarak. Fakat uzun zamandır yazdığımız altın yorumları paralelinde işleyen bir süreç yaşanıyor, bunlar yaşanmadan önce de biz bu fiyatları dile getiriyorduk ama ünlülerin yorumlarında hep işin bahane kısmı var herzamanki gibi.



Alıntı ATEŞAN AYBARS yorumu alıntıdır.

Altın piyasasında manipülasyon söylentisi:
FED ve külçe altın bankalarından bazılarının gümüş ve altın kontratlarında yüklü açık pozisyonları yükselen piyasalarda ciddi risk oluşturduğundan altın ve gümüş fiyatının kağıt varlıklarla (vadeli/ opsiyon/Swap) kontrol edildiği yazıldı, çizildi. Geçen haftanın dramatik altın satışına dair bir söylentiyi de ben açıklamaya çalışayım.

FED kontrolünde olan altın külçe bankalarının 12 ve 15 Nisan günü 500 ton (16.000.000 ons) altın açığa (naked short) sattıkları söyleniyor. Normal olarak spot piyasada hisse senedi yada emtia açığa satmak için önce ödünç alınır yada teminat gösterilir. Yatırımcı altın fiyatında olası düşme beklentisine karşı açığa satar ve beklentisi gerçekleşirse pozisyonunu kapatır (açık kapatma yada Short covering) ve aradaki farkı kazanç olarak realize eder. Oysa, vadeli piyasalarda ödünç almadan doğrudan (naked short) açık satış yapılabilir ve bu yatırımcılar genel olarak teslimat işlemlerini gözetmezler. Yani, vadeli piyasalarda açığa satılan altın teslimata gidilmedikçe fiziki piyasada görünmez.

Şimdi 500 ton altına dönelim. 1550 dolar/ons kritik direncinde 500 ton altın fiyatı 24.800.000.000 dolar eder. Kimde bu kadar para var?. 500 ton altın bir iki seansda kağıt varlık olarak (vadeli kontrat) piyasaya boşaltılırsa ne olur? Hepimiz biliyoruz. 230 dolar/ons değer kaybı 500 ton altın için 3.680.000.000 dolar eder. Kim bu kadar para kaybetmeyi göze alabilir? Elbette, kolayca para basan merkez bankaları. Amaç, kağıt varlıkların yönlendirdiği spot piyasada endişeli, ürkek yatırımcıların spot piyasada altınlarını satması. Zira, yıllardır yükselen altın fiyatı Merkez bankalarının kolayca basabileceği dolar ve diğer kağıt para için tehdit. Kurgu bu.

Konunun aslını şurayla ilişkilendirmek için yazıyorum aslında bunları bu alıntı yazının devamı olarak.
Hatırlayacaksınız uzun süredir Arap baharı ve devamında gelişen bölgesel olaylardan bahsediyoruz gündem yazılarında. Pek çok kez da bu yazılar içinde Akdeniz havzasının küresel bankerler tarafından kontrol edilen bir göl haline çevirme stratejisini anlatmaya çalıştık, burada detayına tekrar girmeye gerek yok, zaten takip edenler tüm detayları biliyorlar, bu kapsamdaki yazılarımızı ilk kez okuyanlar detayları geçmiş yazılarımızdan arşiv olarak bulabilirler.

Alıntı yazının içinde düşüşün bahanesi olarak merkez bankalarına topu atmış yazarımız. Evet bir anlamda haklı, organik bağlarının detaylarını dilimiz döndüğünce zaten anlattık daha önceki yazılar içinde. Ama olayın yine de sadece görülebilecek yüzü bu tarafı.
Bölgesel gelişmelere dikkat ettiğinizde olayların zamanlaması mutlaka dikkatinizi çekecektir.

Yunanistan'ın eli kolu maruz kaldığı finansal harp ile bağlandıktan sonra son hamle olarak G.Kıbrıs'a vurdular son finansal darbeyi. Burada hem Rumları hem de Rusları tersköşe yaptılar malumunuz. Akdeniz havzasının kuzeyinde işletilen finansal harbin son hamlesiydi G.Kıbrıs finansal krizi. Bu kirizin aşılmasına yönelik adım Rus karaparasına el konarak sistemdeki borç sarmalı halkların üzerine yıkılmak üzere bir kurgu işlemeye devam ediyor. Oluşan isyan dalgaları ile hükümetler kontrol ediliyor ve tüm kararlar dilediklerince dizayn ettiriliyor. Son olarak Rumlar ellerinde ne var ne yok satma kararı aldılar. Bu devralma işlemleri zaten küresel bankerlerin çıkarında örtülü olarak yürütülmeye devam ediliyor. İsrail üzerinden Akdenizdeki gaz rezervi için gizli anlaşmaları yapmışlardı zaten, artık çıkartılıp taşınmasına yönelik adımlardaydı sıra. Bu aşamada Türkiye'den özür meselesi tam üzerine denk gelmesi tesadüf olamaz herhalde?

Bunun yanısıra oyunu bozacak Rus hamlelerini de engellemek gerekirdi tabi ki. Rusların paralarına Avrupa Merkez Bankası aracılığı ile G.Kıbrıs üzerinden el koymanın yanında Rumların ikili görüşmelerde Ruslara karşı da zor durumda kalmaları sonucu altın satışını gündeme almak zorunda kaldılar Rusların el konan paralarını örtülü olarak ödeyebilmek için. Muhtemeldir ki bu altın satışı ile Rusların resti karşısında borçların kapatılmak istenmesi küresel elitlerin işine gelmedi, zaten 1900$ lardan altın operasyonunu bitiren elitler son darbeyi de Rumların bahanesi ile bilerek patlattılar ki Rumların planladıkları altın rezervi satışından elde edilecek paranın Ruslara kaydırılması hamlesini de bloke etmek niyeti ile bu sert hareket işletildi. Dolaylı olarak Rumlar oluşan oldukça düşük yeni fiyattan altın satma olayını rafa kaldırsın veya bu getiriyi hiç etsin, dolayısıyla Rusların Rumlardan dikte ettiği çıkar yolun kapıları kapansın. Nitekim pek çok ekonomist altındaki bu sert düşüşe bahane olarak Rumların altın satma kararını gerekçe göstermedi mi? Oysa bu sadece oyunun perde önündeki kısmı...

Sonuç olarak altındaki bu sert düşüş planlı bir operasyonun son darbesiydi. Zaten bir yıldan fazla süre öncesinden bu yana bugünleri işaret ediyorduk yorumları takip edenler mutlaka farkındalar, fiyatlar açısından ünlü stratejistler 3000$ ları konuşurken ve belkide bu sert düşüşteki fiyatları o gün telaffuz eden tek kişiydik o günün piyasa şartlarına baktığımızda. Şimdi o 3000$ lık fiyatları piyasaya empoze edenler neler konuşuyorlar merak ediyorum. İşte bunlardan birisi yukarıda alıntılanan makalenin yazarı. İlgili şahıs da altın için uçuk fiyatları konuluyordu, şimdi neler söylüyor görüyorsunuz. 

Olayları ve kronolojisini iyi takip ettiğinizde ve bunu paranın akışıyla birleştirdiğinizde çok öncelerden piyasada neler olacağını rahatlıkla görebilirsiniz. Emin olun dünya üzerindeki bu olayların hiçbirisi zamanlama açısından tesadüf değil ve öyle ünlü ekonomistlerin anlattığı kadar sudan sebepler içermiyor bu para hareketleri.

Son söz; Paranın izini süren dünyadaki gelişmeleri az çok önceden tahmin eder...







8 Nisan 2013 Pazartesi

MAKRO GERÇEKLER - KÜRESEL SOYGUNCULAR

Küresel Soyguncular






Bu başlık altındaki Makro Gerçekler yazı dizisinin başlangıcında paranın nasıl borçla oluşturulduğuna değinmiştik. İlerleyen yazılarda havadan oluşturulan bu paranın nasıl bir silaha dönüştürüldüğüne değindik ve günümüzde artık paranın bir finansal harp silahı olduğuna zaman zaman yazılar içinde vurgu yaptık. Şimdi ise bu soyguncuların nasıl bir tezgahla dünyayı soyduklarını anlatan "Inside Job" isimli bu belgesel yapım üzerinden bazı detaylara değinmeye çalışacağız...


Para sisteminin başındaki hanedanlık malum daha önceki yazılarda da ifade ettiğimiz gibi sistemin para muslukları olan merkez bankalarını geçmiş yazılarda anlattığımız stratejilerle ele geçirmiş durumdalar. Bunların başında ABD merkez bankası olan FED geliyor. Malum, FED sözde federal fakat özde Rothschild hanedanına ait özel bir banka. Ve bu banka üzerinden, kendilerinin oluşturdukları her suni krizi bastıkları karşılıksız paralarla lehlerine çeviriyor ve dünya varlıklarını bu stratejilerle ele geçiriyorlar.

Günümüzde Yunanistan, G.Kıbrıs, İtalya, İspanya, Portekiz gibi ülkelerin ve dolaylı olarak zincirleme etki ile pek çok ülkedeki ekonomik sistemi tehdit eden içinde bulundukları ekonomik krizin mimarı bu sistemin başındaki kapital elitlerdir. Dünyayı finansal harp silahı ile kıskaca alıp dilediklerince şekillendirecek politikaları para silahını kullanarak uygulatmaktalar. Nasıl mı? Zaten yukarıdaki belgesel filmi izlediğinizde bazı detayların farkına varmışsınızdır. Biz kısaca sıralayarak hiyerarşiyi netleştirelim.

Önce insanları borçlandırmakla başlayan bir sistem işletiliyor. Bu kredi kartlarıyla, banka kredileriyle başlıyor önceleri. Yani insanlara kendilerine ait olmayan parayı harcatacak bir reklam kampanyası veya çevresel özendirme kültürü işletiliyor medya aracılığıyla. İnsanlar kolay ve ucuz paraya alıştırılıp borçları iyice şişiriliyor. Bunun daha geniş safhası olarak şirketler borçlanarak büyümeye teşvik ediliyor. İşler yolunda giderken herşey güzel, insanlar bol bol harcayıp herşeyin en yenisini kullanarak birbirlerine hava atıyorlar ve birbirlerini özendiriyorlar, şirketler kıyasıya rekabetle kârlılıklarını artırmaya çalışıyor. Sonra bu mutlu mesut günler hiç hesap edilmeyen bir günde altüst oluyor ve para muslukları kesiliveriyor. Ardından alışkanlıkların etkisiyle harcayamama krizleri başlıyor. Sistemde çarklar durma aşamasına geliyor. İnsanlar borçlarını ödeyemez konuma geliyorlar, isyan eylemleri başlıyor. Şirketler çalışanlarını işten çıkarmaya başlıyor, ülkeler açısından durgunluk ve işsizlik belasıyla kıvranmaya, dolayısıyla gelir elde edememeye başlıyor. Bu sefer ülke ekonomileri sektörlerin borçlarını üstlenmek zorunda kalıyor. Ülkelerde enflasyon artıyor, borç bulabilecek politikalar işleme koyuluyor, yüksek faizle dışarıdan borç aramaya başlıyor hükümetler ve IMF'e dünya bankasına gidip borç dileniyorlar. 



İşte bu noktada da FED devreye giriyor. "E madem sizler borç para istiyorsunuz bende çalıştırırım matbaayı sürerim yeşil boyayı kağıtların üzerine, basarım karşılıksız parayı size bedavadan satarım" diyor. 
Sonuç olarak ülkeler, buna ABD hükümeti de dahildir, sadece boş bir kağıt parçasını alabilmek için geleceklerini ipotek etmek zorunda kalıyorlar. Dolayısıyla parayı veren düzenin sahibi de dilediğince o borçlu ülkenin politikalarını belirleme hakkına sahip oluyor.
Düne kadar ülke olarak IMF'e borçluyken bize kendi ekonomik programlarını dayatmadılar mı? Şimdi aynı şeyi Yunanistan'a G.Kıbrıs'a İtalya, İspanya, Portekiz'e yapmıyorlar mı? Şimdi bu ülkeler kaynak bulabilmek için ülkelerinin en değerli kaynaklarını bu paranın sahiplerinin şirketlerine satmıyorlar mı? İşte size finansal harp. Hiç kurşun atmadan bir ülke nasıl feth edilir, nasıl dilediğince şekillendirilir sadece kısa özeti bu. Boşuna demiyorlar devir ekonomi devri diye, önceden kitle imha silahı ile tehdit edilirdi, şimdi artık para konuşuyor tüm dünyada.

İnside Job yapımında izlediğiniz gibi yukarıda özetini geçtiğimiz sistemin kara düzenini işletecek çeşitli ensturumanlar var haliyle. Bu düzenin başlıca kilit noktası ABD dolarının dünya ticaret parası olması ve bunun hep bu şekilde kalmasıdır. Eğer siz ABD dolarını sistemden çıkartırsanız bu para imparatorluğu anında çökecektir zaten. İşte buna engel olmak için para hanedanlığının başındakiler her türlü siyasi kilit noktayı teslim almış durumdalar. Başta ABD'yi bu para gücüyle inşaa ettikleri gibi Merkez bankası FED'i de ele geçirmiş ve karşılıksız para basma kanunu çıkarttırıp zamanla bu düzenin önüne geçmeye çalışan Başkan Kennedy'i de suikastla öldürtmüştür. Bu hanedanlık için ABD bir paravandır.

Bakın antienperyal siyaset izleyen ülkeler ve liderler hep ABD'nin ambargo uyguladığı ve küresel yandaş kuruluşlarına da aynı baskıyı uygulattığı ülkelerdir. Bugün İran başta olmak üzere, K.Kore, Küba, Kolombiya, Şili gibi direnen ülkeler hep bir ambargo altındadır ve liderleri de genelde kanser olarak hayata veda ediyorlar.

Son dönemde İran ticaretini özellikle bizimle altın karşılığında yapmaya başladı malumunuz. Biz petrol ve gaz karşılığında İran'a ABD doları yerine altın ile ödeme yapmaya başladık bu yüzden de geçtiğimiz yıl altında ihracat rekoru kırdık. İki ülkenin de çıkarına olan bir durumdu bu fakat hemen ne oldu dersiniz? ABD tarafından İran'a uygulanan amborgo koşullarının daha da sıkılaştırılması kararı alındı, altınla ticareti yasaklatacak kararlar alındı, Türkiye bu konuda ikaz edildi, İran'a uygulanan ambargoyu deldiği gerekçesi ile üstü örtülü olarak tehdit edildi. Dibimizdeki petrol havzasından enerji satın almak varken bu ambargo yüzünden Libya'dan alıma zorlandık. Neden dersiniz? ABD doları ile yapılmayan ticaret küresel bankerleri bitirir de ondan. Düşünsenize tüm dünyada eskiden olduğu gibi altın rezervlerinin ticarette kullanıldığını. O zaman kim karşılıksız para basabilir ki? İşte bu gibi girişimleri engellemek için konuluyor bu ambargolar, küresel bankerlerin kurduğu düzen bozulsun istemedikleri için anında kararlar çıkartılıyor Birleşmiş Milletler örgütlerinden. Bahaneleri de hazır, İran nükleer enerji üretirse dünyayı havaya uçurur palavraları hep işe yarıyor malesef. Asıl küresel bankerler bu gidişle dünyayı soyarken insanlığı yok edecek ama hiçbir ülkeden organize ses çıkmıyor bildik sebepler yüzünden. Çünkü tüm dünya paraya esir edilmiş günümüzde.

Altın, tarih boyunca ticaretin esas aracı olmuş. İlahi bir denge ile değeri belirlenmiş. Yüzyıllardır değeri değişmemiş bir maden. Hatta zamanında simyacılar, alşimistler demiri altına dönüştürmek için çaba harcamışlar, kabala kökenli kaynaklardan bu işin detaylarını sırlarını keşfetmeye çalışırken Newton gibi Einstein gibi adamların buluşlarına sebebiyet vermiş. İlk amaç "altını başka madenlerden de elde edebilirmiyiz" düşüncesi yeni çığırlar açmış. Fakat arka plandaki asıl tema kalpazanlık üzerine kurulu bir iblis dürtüsü hep gizli olmuş.
Zamanın birinde birisi gelmiş altın karşılığında bir kağıt çıkartmış, altınını bizim kasaya ver al bu kâğıdı istediğini satın alırsın denmiş ve para icat edilmiş. Bu düzeni kuranlar aynı iblis dürtüsüyle yine insanları kandırmayı bilmiş altını alıp kaçmış, insanlar ellerindeki kâğıtlarla kalmış. Paranın hikayesi de bu tarihte. Ama günümüzde artık altın haricinde herşeyi paraya çevirmeyi başarmış bir iblis düzeni var malesef. Nasıl mı?

Zamanında sadece altın karşılığında basılan para zamanla karşılıksız paraya dönmüş. O da yetmemiş günümüzde petrolü alıp satarken bile kâğıt üzerinde işlem yapmaya başlamışız. Bugün borsalarda işlem gören fiyatı belirlenen petrolü hangi büyük yatırımcı varille alıyor? Onun yerine bir kâğıt parçası veriyorlar al sana bir galon petrol denmiyor mu?
Olay burda kalsa yine iyi. 1980 lerden bu yana türev piyasalar revaçta. Zaten ABD yi de bu yöntemle soydular. Artık aklınıza gelebilecek her türlü değer kağıt ile alınır satılır hale geldi. Buğdayından tut, arpasına, şekerine, kahvesine kadar herşey kâğıt üstünde alınıp satılıyor. Paraya hükmedenler dilediğince kıtlıkları oluşturabilecek güce erişiyorlar aslında böylece.

Son yılların en popüler yatırım enstrümanı da kaldıraçlı sistemler değil mi? Endeks düşecek diye iddiaya giriyorsun piyasalarda üretim zayıflarken kimse kâr edemezken sen sırf piyasa düşecek diye iddiaya girdiğin için 1e 30 kazanıyorsun. Nereden geliyor bu paranın kaynağı? Kim üretti de sen kazandın? 
İşte bu kirli düzenin altında "kumarı oynatan kazanır" mantığı var malesef. Parayı yönlendirenler eldeki büyük güç ile dilediğince piyasaları şekillenirirken düşecek mi, çıkacak mı? herşeyi kendisi organize ettiği için piyasada gerçek bir üretim ve kâr yokken bile kazanmanın yollarını bu kurdukları tezgahla bulmuşlar. Artık kimse kâr edemezken bile piyasalar tepetaklak giderken bile kazanabilecek şekilde oyuna yeni kurallar getirmenin adı kaldıraçlı piyasalar olmuş. 
Günümüzde neredeyse tüm intenet siterinde Forex reklamları yok mu? ne diyorlar reklamlarda; "100$ yatırdım kısa sürede gelirimi 10a katladım" kandırmacası yok mu? 

İşte ABD'yi bu kaldıraçlı sistemlerle soyup soğana çevirenler artık rotayı diğer gelişmekte olan ülkelere çevirdiler. Bakın şimdi İMKB'de de yeni yeni VOB enstrümanları oluşturulmaya başlandı, özellikle BİST çatısı altında ve Finans İstanbul projesi içinde bu daha da cafcaflı bir hâl alacaktır. Bu aktarmaya çalıştıklarımız akıldan çıkmasın, küresel sermaye yeni oyun tezgahlarıyla kumar oynatmaya geliyor İstanbul Finans'a. Malum kumarı her zaman oynatan kazanır. Bu anlamda uyanık ve dikkatli olmak gerek Türk insanının alın terinin heba edilmemesi çalınıp uçurulmaması için. Öyle 1 koydum 10a katladım yalanlarına kimse kanmasın vadeli opsiyon piyasasında. Adı üstünde vadeli bir piyasa, vade kapandığında elinizde birşey kalmaz, hisse senedindeki gibi zamanla değer kazanır diye bekleyemezsiniz de, eldekiler uçar gider. 

Sistemin başındaki gözü dönmüşler ülkelerin varlıklarını bu gibi finansal operasyonlarla sömürme stratejisini itina ile işletiyorlar. Bunun için hertürlü aracı kullanıyorlar. Bu kapsama günümüzün popüler not derecelendirme kuruluşları da dahildir. Inside Job'u izlediğinizde bu konudaki detayları mutlaka farketmisinizdir. Küresel bankerler insanları son âna kadar uyutmak için not kuruluşlarını kullanıyorlar. Ülke notlarını belirleyen Fitch, Moodys, S&P gibi kuruluşlar da bu hanedanın emrinde hizmet ediyorlar. Batırılan LehmanBrothers'ın bile batmadan önceki notu A2 iken, ülke olarak bize BBB notunu bile vermeyenlerin güvenilirlikleri ve verdikleri notlar ne kadar doğru olabilir?

Aslında küresel ölçekte bir tekelcilik stratejisi uygulanıyor bu hanedanlık tarafından. Krizlerle darboğaza sokulan ülkelere para satılıyor, parayı hem yüksek faizle verirken aynı zamanda dilediğince ülkeleri şekillendirecek politikalar uygulatılıyor gerektiğinde özelleştirmeler yaptırılıyor, ya da doğal kaynakları verilen borç para karşılığında ele geçiriliyor. İşte bu yöntemlerle dünya varlıkları el değiştiriyor ve tek dünya imparatorluğuna doğru giden yeni dünya düzeni şekillendiriliyor. 
(Belki de ilahî emir olarak faizin yasaklanmış olmasının hikmeti de bugünlerde gizlidir? Biz ilahi emir ve olaylara hep geçmişte olmuş bitmiş gözüyle ya da sadece dar bir bakış ile kendimiz için yorumladığımızdan büyük ölçekli düzen içindeki detayları kaçırmıyor muyuz?)

Bunu da sistemde planlı olarak işletilen hamleler ile yapıyorlar. Bunun planlarını genel olarak Davos'da dikte ediyorlar. Her yıl yapılan toplantılara dikkat ederseniz dünyadaki pek çok ülkenin liderinden tutun, maliye bakanları, merkez bankası başkanları, önemli ekonomistler ve tüm dünyadan önemli şirketlerin CEO'ları katılıyor. Neden herkes her yıl buraya toplanıyor? Çünkü hanedanlığın dünya ekonomisini şekillendiren kararların alındığı merkezi BIS 
(Bank For International Settlementsİsviçre'nin Alplerinde bir dağın tepesinde karargah olarak kullanılmakta. Burada alınan kararlar dünya ekonomisinin şekillendirmekte. Buraya gelenlere dikte edilmekte. Buradan talimatları alan "CEO" lar (ceo yazılır, malum siyo okunur, kökeni siyonist'den gelir) paraya ona göre şekil verir kendisine izin verilen kadarını kontrol eder. Yani CEO'lar emanetçidir, hanedanlığın emirlerini şirketlerinde uygulamakla mükellef olarak o şirketin başında oturtulur.
İşte bu şartlarda dünyadaki tüm ekonomik işleyiş kontrol altında tutulur. Dünya çapında bir şirket batırılacaksa BIS deki toplantıya katılma hakkı olan Soros gibi sadece 46 kişi alınan kararları bilir ve uygular. Aslında bilinçli olarak dünya ekonomisini stratejik çıkarları doğrultusunda yönlendirirler. İşte LehmanBrothers'ın batışı da bu kurul tarafından planlanmış bir iflastır. Bu şirkette yatırımı olan milyonlarca insan ömür boyu biriktirdiklerini kaybederken buradaki tüm mal varlığı hanedanlığın kontrolüne geçmiştir bile. Aslında bu tam anlamıyla "bir eksik sandalyenin etrafında müzik kesilene kadar dönülen sandalye kapma oyunundaki gibi" hergeçen gün tekelleşip büyüyen tek dünya imparatorluğuna giden yoldur.
Dünyadaki ekonomik krizler planlı ve programlı olarak işletilmekte ve büyük balık küçük balığı her geçen operasyonda yiyerek büyümekte. 

Şimdilerde dikkat ederseniz yeni bir kampanya başlatıldı ülkemizde. Yastık altındaki altınları ekonomiye kazandırma adı altında bankalara altın yatırımı yapılabiliyor. Türk insanının bir âdetidir aslında bu, zor günler için elimizin altında biraz altın bulundurmayı öğrenmişizdir büyüklerimizden. Bu sayede bazı kriz dönemlerinde insanımız kendini kıtkanaat idare etmiştir, çünkü altınla ticarete geri dönmüştür paraya güvenilmeyen ortamlarda. Türk insanını bu açıdan yıkamayanlar, haram/helal kavramının anlamını bilen toplumlar aslında tamamiyle teslim etmiş değil bu baker soygunlarına kendini. Belki de bu projenin bir amacı da "Türk insanının bu değerlerini biraz daha eritip bir sonraki krize daha dayanıksız hâle gelmesini hedefliyor olabilir" diye düşünmüyor da değilim doğrusu. 

Sonuç olarak evet günümüzde bazı ihtiyaçlar gereği bankalara sırtımızı yasladığımız oluyor, en basitinden maaşı bankadan alıyoruz. Ama sistemin amaç ve hedefleri konusunda bilinçli ve duyarlı olabilmek önemli bu devirde. Herkes ayağınını yorganına göre uzatırsa, borcunu da ölçülü ve hesaplı yapıp mümkün olduğunca kısa sürede kapatırsa bu sisteme paçayı kaptırmaz. Fakat lüks bir ev alayım, kapısında da lüks arabam olsun, dilediğim gibi tatil yapayım, cebimde de iphone'um gözümde de goggle glass'ım olsun diye ağustos böceği misali cepte olmayan parayı harcamaya alışırsak bu sefer sonraki krizler bizi ülke olarak fena silkeler haberiniz olsun.

Borç sarmalı ile büyüyen ve doğru hamleler yapılmadığında zayıfı yiyen bu sistemin mikro boyuttaki önlemi mümkün olduğunca borçtan uzak durmak, zor günler için birikim yapmaktan geçiyor. Sistemin cazip gelen süslü kandırmacaların olduğu tezgahlarında "müzik kesilmeden nasılsa bi sandalye kaparım" diyerek riske girmek birikimleri ve alınterinizi her an yok edebilir. Evi arabayı satıp parayı katlayayım mantığından artık uzak duran bilinçli yatırımcıların sayısı artmalı ülkemizde. Kısa vadede ihtiyaç duyulmayan bir meblağ ile hareket edilmeli. Yatırım mantığı ile işlem yapılmalı, ama güvenilir adımlar ve araçlarda...
Küresel soyguncular önce kişileri dolaylı olarak ülkeleri itina ile soymaya devam ediyorlar malesef.... 





Türkiye-Suriye-İsrail-ABD Denklemi


Türkiye-Suriye-İsrail-ABD Denklemi




Bundan aylar öncesindeki yazılarda ifade ettiğimiz bazı kritik detaylar vardı. Bu detaylardan biri ABD başkanlık seçimleri ve sonrasında gerçekleşecek İsrail seçimleri ardından bölgede yeni gelişmelerin adımlarının geleceğini ifade etmiştik. Nitekim gelişmeler yaşandıkça bu ifade ettiğimiz detayların birbir gerçekleşmeye başladığını gözlüyoruz.

ABD başkanlık seçimlerinin ardından yapılan ilk açıklamalarda yeni dış işleri bakanı John Kerry ilk yurt dışı seyahatini Türkiye'ye, Obama'nında İsrail'e yapacağı haberleri gündeme geldiğinde "tüm bu gelişmeler ve bizim bölgede yaşanan olayların aynı zamanda kesişmesi manidar" demiş ve bölgeye yönelik pazarlıkların yapılacağı görüşmeler olacağını daha önceki bir yazıda ifade etmiştik. Nitekim de öyle oldu.

John Kerry, Obama'nın İsrail ziyaretinden bir hafta önce Türkiye'ye geldi ve İsrail ile yaşanan ve onlar açısından süreci tıkayan inatlaşmada orta yolu bulmak açısından Türk tarafının bir anlamda gazını alıp "özür" diyaloğunda platformu hazırlayıp pası Obama'ya attı. Ardından Obama'nın İsrail ziyareti başladı ve sözde barış kisvesi altında Filistin'i de gezip İslam coğrafyası insanının ağzına demokrasi ve özgürlük havarisi imajını pekiştirecek bir parmak bal çaldıktan sonra son dakika pazarlığı gibi lanse edilen aslında içeriği aylar önceden hazırlanmış olan İsrail'in Türkiye'den özür dileme safhası işletildi. Tabi ki her zaman olduğu gibi bu gelişme medya tarafından süslenerek vitrine sunuldu. Bu girişimle ABD, son dönemdeki kendi türettikleri sahte savaşlarla yıpranmış sözde barış yanlısı imajını onarmaya çalışırken diğer yandan İsrail'in stratejik çıkarlarında tıkanan trafiği açabilecek bir arabuluculuk ile özür için bahane oluşturdu. Sonuç olarak İsrail "istemeye istemeye sırf ABD'nin hatrı için özür diledi" senaryosunu kendi kamuoyuna yedirirken diğer yandan Türkiye'de politik bir zafer havası estirildi ve kamuoyuna bu şekilde lanse edildi. Peki gerçekten böyle miydi? Gerçekten politik bir zaferse neden Suriye konusu bu kadar çarşafa dolandığı, NATO füzelerinin ve askerlerinin sınırlarımıza konuşlandırıldığı bir zaman dilimine denk geldi bu üç yıl geciken özür? Yoksa bölgedeki planlanan yeni gelişmelere kamuoylarını hazırlayabilmek için mi bu şekilde lanse edildi gelişmeler?

Daha önce de ifade ettiğimiz gibi Suriye meselesi Türkiye olmadan çözülebilecek bir mesele değil. Bütün bu girişimler Suriye konusunda Zionist kapital elitlerin çıkarlarına yönelik çözüm stratejilerinin bir eseridir. İçinde Türkiye'nin olmadığı bir çözüm, süreci hem uzatacak hem de istedikleri adımları atabilecek stratejik üsler olmayacaktır. En başından beri bu çözüm için Türkiye'nin askeri gücünü kullanma derdindeler. Bu sınırlarımıza yapılan taciz ateşinden de, sebebi halen açıklanamayan ama İsrail tezgahı kokan uçağımızın düşürülüşünden de, içeride patlatılan bombaların müsebbibi olarak Suriyeli ajanların gösterilmesinden de belli.
Türkiye üzerinden bir askeri müdahalede kaybeden Türkiye olur. Hem açılabilecek cephede başta Rusya ve İran olmak üzere enerji bakımından sıkıntıya düşürülebileceği gibi ayrıca askeri bir hedef konumuna gelecek Güney Doğu bölgemiz, zaten kapıda olan sözde Arap Baharı sevdası ile içerideki ince bir çizgide ilerleyen barış havasını da baltalayıp ayrımcı söylemlerin eyleme dönmesine kadar varabilir. Bu nedenle kontrolü elde tutacak bir zaman kazanma süreci halen işletiliyor.
Fakat her geçen gün artan mülteci girişi diğer yandan ekonomik anlamda tahammülleri zorladığı için Suriye'de bir çözüm Türkiye için de elzem durumda artık ve bu açıdan da zaman kaybetmemek gerek. 

Diğer yandan Akdeniz'deki Kıbrıs üzerinden işletilen finansal harp şimdilik küresel elitlerin istediği gibi işletildi. Ruslara G.Kıbrıs'daki kara paraları üzerinden büyük bir darbe vurulduğu gibi G.Kıbrıs'ın geleceğini ipotek altına aldılar bile. Artık stratejik kurumlar özelleştirilecek ve G.Kıbrıs hem stratejik hem de yeni enerji kaynakları anlamında bir üs olarak kullanılacak. İsrail (daha doğrusu kapital elitlerin paravanı İsrail hükumeti), G.Kıbrıs açıklarındaki gaz rezervlerini kendi kontrolünde Avrupa'ya taşıyıp Ruslara enerji açısından bir darbe indirme derdindeler.

Son darbe olarak da Suriye dilediklerince şekillendirilebilirse Ruslar'ın Akdeniz'deki etkinliği yok edilmiş olacak. İşte bu nedenle Suriye meselesi kapital elitlerin dilediğince şekillendirilip kontrol edilebilir bir parçalanmış ülke veya kontrol edilebilir bir yönetim haline getirilmesi elzem onlar açısından. Bölgedeki bu girişimlerin hızlandırılmış olması da, G.Kıbrıs'ın son finansal darbe ile diz çöktürülmüş olması da, İsrail'in özrü de bundan dolayı yaşanıyor zaten.

Dikkat edilirse hepsi Türkiye'yi doğrudan ilgilendiren konular. İşte bu sebeple stratejik hata yapma lüksümüzün olmadığı ince bir çizgiden geçiyoruz ülke olarak. Yoksa neden ABD ilk ziyaretini Türkiye'ye yapıyor, neden İsrail durduk yere özür diliyor? Bakın geçtiğimiz günlerde papa seçimi yapıldı. Ne hikmetse yeni seçilen Papa'da ilk ziyaretini İstanbul'a yapacağını açıkladı. Sizce bu da tesadüf mü? Yeni papa dinler arası diyaloğu pekiştirmek istiyormuş, bunun da ilk adımını İstanbul'dan Fener Rum patriğini ziyaretle başlatacak. Biz bu diyalog masalını son zamanlarda sıklıkla duymaya başlamadık mı? 
Dünyaca ünlü CEO lar da İstanbul'u mekan edinme derdindeler, İstanbul finans merkezi hızla ilerliyor, Borsa İstanbul ilk adımı attı geçen gün açılış gongunu çaldı, anonim şirket oldu ve yakında iyi paraya satılır. Ardından Merkez Bankası İstanbul'a taşınacak, ardından çok geçmeden IMF ya da Dünya Bankası da merkezini buraya taşıyacak göreceksiniz... Amaç ne? Plan ne? Hepsinin ana temasını daha önceki yazılarda dilimiz döndüğünce anlatmaya çalıştık...

Şimdi büyük bir strateji ile hazırlanan bu sahnenin içinde bizim rolümüz ne olacak? Paranın gücüne hizmet eden bir taşeron muyuz? Yoksa sözünü dinletecek bir güç olabilecek miyiz? Bunun öncelikli yolu ekonomik özgürlükten geçiyor. Enerji ve teknoloji anlamında bağımlı bir ülke olarak ne kadar ekonomik özgürüz veya tam bağımsızız? Amaç ekonomik özgürlüğü kazanmak adına öncelikle zaman kazanmak mı? Yoksa para kazanmak için paranın emrinde taşeronluk yapmak mı? Bunu biz değil tarih yazacak, bilemiyoruz... Sadece IMF'e borcu ödemek ile ekonomik yönden bağımsızlığımızı ıspatlamış olamayacağımıza göre yine bölgedeki küresel elitlerin adımlarına karşı ülke insanının duruşu şekillendirecek geleceği, belki de yine mecliste tarihsel tezkereler oylanacak. Irak'a Türkiye üzerinden girmeye karşılık para teklif edenler belki yine aynı senaryo ile karşımızda.

Önümüzdeki hafta özrün ardından İsrail heyetleri sözde özrün detaylarını konuşmaya gelecekler. John Kerry bu kapsamda yine işbaşında ve Türkiye'ye geliyor yine. Özür mü konuşacaklar? Yoksa bölgesel pazarlıklar mı? Bakalım bu görüşmelerden neler çıkacak göreceğiz. Ardından Mayıs'da Obama çağırmış başbakanı. Son detaylar da orada görüşülür herhalde. Yine esas gündem bölgesel pazarlıklar ve son kale olarak Suriye konuşulacağı kesin. Suriye meselesi ülke ve bölge açısından mihenk taşıdır. Buradaki en ufak sarsıntı büyük hasarlara sebebiyet verebilir.

Ekonomik anlamda bağımlı mıyız? yoksa medyada vitrin yapıldığı kadar küresel güç mü oluyoruz? işte o zaman belli olacak herşey. Umarız ülke çıkarları herşeyin üzerinde tutulur ve paranın gücüne boyun eğdirilmez.