22 Mart 2013 Cuma

FİNANSAL HARP - Akdeniz'deki Kumpas - Kıbrıs

KIBRIS'daki Finansal Harp

21 Mart 2013 tarihinde HaberBorsa Deneme Tahtası başlığı altında yayımlanmıştır...
http://www.haberborsa.com.tr/forum/benim-sayfam-53/deneme-tahtasi-6236-sayfa1618.html#post2806536
http://www.haberborsa.com.tr/forum/benim-sayfam-53/deneme-tahtasi-6236-sayfa1618.html#post2806869

Piyasalarda Güney Kıbrıs belirsizliği devam ediyor. Dün kapanış değerlendirmesinde G.Kıbrıs bankalarının açılışını birkez daha erteleyebileceklerini ifade etmiştik, ki nitekim de öyle oldu, belli bir anlaşma gelmeyince bugün açılacağı söylenen bankalar haftaya Salı gününe kadar kapalı kalacağı duyuruldu akşam saatlerinde. G.Kıbrıs hükümeti krizi çözmek için zaman kazanma derdinde, olası bir halk isyanından çekiniyorlar fakat AMB den de para alabilmek için orta yol bulmaya çalışıyorlar ki halk bankalara hücum edip para çekme kuyruğuna girdiklerinde durum kriz ortamına dönmesin diye.

Makro Gerçekler yazılarında zaten aylar önce Akdeniz havzasında döndürülen olayları ve finansal harbin arka planındakileri aktarmaya çalışmıştık. Finansal harp ile Akdenize kıyısı olan Avrupa ülkeleri önce para krizine sokuldu ki istedikleri gibi bir dizaynı şekillendirirken para kıskacında dilediklerince boyun eğdirebilsinler paraya yön verenler. Nitekim Yunanistan'ın hali ortada, adalar dahil satıp kaynak bulma derdindeler. Bu işin ilk oluşumunda milyonlarca euro değerindeki Yunan tahvilini toplayan başta Sarkozy hükumeti ile Fransa ve Almanya krizin bu boyutlara tırmandıktan sonra Yunan havzalarında söz sahibi olacağının planlarını zaten yapmıştı. Yunanistan'ın borcuna karşılık bazı tavizlere zorluyorlar malum artık. İflasına da bu yüzden izin vermiyorlar, iflas etmesine izin verdiklerinde ellerindeki tahviller sadece kâğıt parçası olacak sonuçta. Bu sayede de karşılıksız para basma bahanesini oluşturup AMB nin piyasaya bolca para sürmesine öncülük ediyorlar. AMB kime ait? daha önceki yazılarda zaten detaylarını anlatmıştık. Alan memnun veren memnun. Yunanistan dize getirildi sonuç olarak ve borç ödeme planları kabul ettirildi. Sıranın G.Kıbrıs'a geleceği zaten belliydi. Şimdi hem Yunanistan üzerinden hem de G.Kıbrıs hükümeti üzerinden oluşan para krizini körükleyip halkı isyana götürecek tavizler istiyorlar hükümetten. İşte finansal harp bu. Hükümetler halklarını karşılarına almak pahasına eli mecbur bırakılıyor küresel bankerlerin istediklerini yapmaya. Sonuçta hiçbirşeyden habersiz halk parasının gittiğine mi yansın? Ülkesinin peşkeş çekildiğine mi?

Şu aşamada G.Kıbrıs pek çok doğal kaynak zengini ülkenin ve milyarderin kara para aklama cenneti. Bunda da başı Ruslar çekiyor. 30 milyar euro üzerinde bir mevduata sahip oldukları tahmin ediliyor. Bu paradan vergi kesilerek AMB ye teminat verilmesi demek borcu hem G.Kıbrıs halkının hem de Rus para babalarının ödemesi demek. Dolayısıyla meşhur bankerler bir taşla iki-üç kuş vurma derdindeler.

Bir yandan Kıbrıs havzasındaki Akdeniz derinliklerinde potansiyel doğalgaz rezervlerinde söz sahibi olmak yönünde hem de Akdenizi stratejik kontrol altına alma noktasında bir üs oluşturmak için G.Kıbrıs'ı tavize zorluyorlar. Dolayısıyla Rusların Akdenize inme planlarını da karşı hamle olarak adım atma derdindeler. Şu aşamada durum Rusların Suriye'den sonra burada da bir cephe olmasına doğru ilerliyor. Güney Kıbrıs maliye bakanı Putin'den sert bir tavır görünce şimdi yeni bir anlaşmanın hazırlanmasında Ruslardan da görüş almak için Kremlin'e gitti. Şu anda artık Ruslar da devrede. Avrupa'nın mevduatlardan vergi adı altında kesinti teklifi geçmedi. Şimdi Ruslar kendi çıkarlarına uyacak bir planın teklifini ortaklaşa hazırlıyor G.Kıbrıs ile. Ruslar Akdenizdeki doğalgaz rezervine yönelik stratejik hamleler atma derdinde. Bakalım ortaya nasıl bir yeni teklif çıkacak, G.Kıbrıs olayı bir anlamda artık Rus ve Avrupa satrancına dönmek üzere. 

İşte bu aşamada Türkiye'nin söylenecek sözü olmalı. Sürekli Kıbrıs meselesi yüzünden dışlanan bir ülke olarak Kuzey Kıbrıs'da hak iddia ediyorsak önümüze tarihi bir fırsat gelmiş yetkililer neyi bekliyor? Burada Rusya'nın yaptığı hamle kadar bile girişimimiz yok dikkat ederseniz. Şu anda tek derdimiz içerideki Nevruz bildirgesi niyeyse. Büyük devlet olacaksan bu stratejik detayları kaçırmayacaksın. Tamam IMF'e borcumuz bitiyor diye reklam yapılıyor da küresel bankerlerin soygun tezgahı olan IMF'e borç vererek ortak olmak neyin nesi? Biz de mi kürsel soyguncuların himayesinde hortumlamaya devam etmeleri için IMF'e borç vereceğiz? Al işte sana tarihi fırsat. IMF'e vereceğin parayı bu şartlarda çıkart Güney Kıbrıs'ın önüne pazarlık masasına koy, koy ki sözün olsun Akdeniz Doğalgazında. En azından Kıbrıs çözüm sürecinde elimizi güçlendirecek bir hamlemiz olsun.

İç gündem şu anda herşeyi baskılamış durumda. Belkide sözde barış süreci bu gibi küresel gelişmeleri baskılamak adına özellikle bu tarihe sıkıştırıldı bilemiyoruz. Bankerler Akdenizi ele geçirme kumpasını itina ile sürdürürken biz halen içeride boğuşmaya devam ediyoruz herzamanki gibi...



PAPA SEÇİMİ ARDINDAN


Bunun yanında bir de papa seçimlerindeki gündeme değinelim tekrar;
Papa XVI. Benedicktus'un görevini bırakma isteği ardından arkasındaki gerekçeleri ve olası seçilecek papanın seçilme kapsamını bu yazının içinde (Makro Gerçekler - Papa) değinmiştik. Beklentimiz Afrika kökenli zenci bir modeldi bu yazı içinde fakat Latin kökenli cizvit bir papa seçildi. Yaşlılık sebebiyle görevinden istifa eden 16'ncı Benediktus'un ardından 76 !!! yaşındaki Kardinal Bergoglio seçildi ve Papa I. Francis adını aldı.

Papa I Francis 1300 yıl aradan sonra Avrupa dışından seçilen Amerika kıtasından çıkan ilk papa ve bu makama seçilen ilk cizvit. Bu kapsamdaki bir önceki yazıda paylaştığımız ana temalar aslında bu papa için de geçerli. Farklı kıtalara yönelen bir kilise politikası geçerliliğini koruyor. Bu ilk adımda Afrika olmadı fakat Güney Amerika aynı kapsamda stratejik hamleler için önemli. Venezuella lideri Chavez'in ölümü ardından bu yönde bir strateji daha öncelik kazandığını değerlendiriyorum şahsen. Sonuç olarak Güney Amerika ülkelerinin başında ABD'nin şimdiye kadar ambargo uyguladığı antiemperyalist liderler vardı. Hepsi de ne hikmetse yakın aralıklarla kanser illetiyle tek tek hayata veda etti. Yerlerine yeni liderler seçiliyor, seçilecek. Bu liderler acaba ne kadar antiemperyalist tutumu sürdürebilecek, ülkelerinin doğal kaynaklarını halkları için kullandırabilecek? Güney Amerikalı cizvit bir papa bu kapsamda küresel bankerlerin çıkarları için yine anahtar rolü üstlenecektir bu seçimin ardından. İşte bu anlamda belki de papa seçimi Chavez'in ölümünün ardından stratejik bir değişikliğe uğradı ve bu nedenle Güney Amerikalı bir papa seçilmiş oldu.

Bunun yanında ayrıca detaylara baktığımızda daha önce değindiğimiz stratejik detayları da kapsayan bir yanı yine var yeni papanın. Cizvit oluşuyla yine Afrika'ya hükmedebilecek konumda. Afrika coğrafyasında cizvit ağırlıklı örgütlenmenin varlığı bilinmekte. Bu yapılanmaya direkt hükmedebilecek bir konumda artık kilise, cizvit bir papayla. Bunun yanında İstanbul bölgesi sorumlusu Fener Rum Patriği Bartholomeos da papa yemin ayinine katıldı. Bu da önemli bir ayrıntı. Bugüne kadar bir patrik bundan 959 yıl önce papanın ayağına gitmiş, dolayısıyla bu da daha önceki yazıda belirttiğimiz İstanbul ayağının gözardı edilmediği ve dolaylı bağlantıların olacağının bir göstergesi.

Sonuç olarak bir önceki yazıda ana temasını çizdiğimiz yapılanma stratejisinin aynen işlediği bir papalık seçimi oldu. Bu aşamada Chavez'in ölüm haberi Güney Amerika odaklı bir hamleyi gündeme getirdi ve şu anda strateji öncelikli olarak Afrika olmaktan G.Amerika eksenine odaklanmış izlenimindeyiz.






11 Mart 2013 Pazartesi

GOOGLE GLASS ve ARDINDAN GELECEKLER


 Google Glass ve Ardından Gelecekler

Hatırlarsanız bundan yaklaşık bir yıl önce Google Glass projesi dünya vitrinine ilk tanıtıldığında bir başlık atmıştık sayfalara da... İlk tanıtım videosu buydu...
Alıntı networkmanager Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster

 
...bu buluşu alıp takmak istemez miydiniz? Herşey gözünüzün ucunda ve herşeyi yapabiliyorsunuz değil mi?
Şimdiye kadar telefonlara alıştırdılar artık onsuz olmuyor öyle değil mi? Bu projeyle birlikte yeni bir adım daha başlamak üzere. Peki ya sonra?
Bu gözlükler ortadan kalkıp beyninize bir çip taksalar herşey gözlüğe değilde gözünüze yansısa?
Bu gözlük bu adımın öncüsüdür desek?
Hanedanlık gün geçtikçe hedeflediği sistemi hayatımıza basamak basamak entegre etmeye başladı. Dikkatinize sunmak istedim haberi görünce.

Bakın şimdi üzerinden bir yıl geçti ve yeni bir tanıtım fragmanıyla gelişmeleri lanse ettiler dünyaya. Muhtemelen de 2014 yılında piyasada olacak artık Google Glass'ımız. Bunu da bizim gibi tüketim çılgını elektronik manyağı piyasalar alma çılgınlığına girecektir mutlaka Iphone'larda olduğu gibi. Telefon devri artık günümüzde teyzeler, neneler elinde kaldı çoktan, telefon özelliğini de yanında barındıran akıllı mobil sistemlere geçtik bile 3G nin yaygınlaşmasıyla.
Nasıl özellikler taşıyormuş işte size fragmanları...



Nasıl gözünüzün ucunda her an herşeyi sadece sesli komutlar ile yapabilmek ayrı bir keyif olsa gerek? Mutlaka bu teknolojiyi çılgınca alıp hayatlarının ayrılmaz parçası haline getirecek insanlar göreceğiz dünyada ve hatta yanıbaşımızda. Ve hatta bunu alanların havasından da geçilmeyecek bu teknoloji genele yayılana kadar  ki herkes heves etsin bunu almaya öyle değil mi? Sonuçta insanlığa özendirme güdüsüyle yedirilen bir algı bu tüketim kültürü (Bugün bile son model telefon taşıyorum diye havasını yapmayan yok gibi) 

Hayat gün geçtikçe insanlık için teknoloji bağımlılığına, oradan da teknoloji esaretine dönmeye başlıyor. İnsanlık bu esaretin içine gönüllü olarak giriyor ve bağımlısı yapılıyor farkında olmadan. Sanal sistemlere 7/24 bağlı bir insanın insanlığından bahsetmek ne kadar mümkün? En olmadık zamanda telefonunun şarjı bittiğinde sanki bir uzvunu kaybetmişcesine tepkiler verenler yok mu çevremizde? Bu lanse edildiği gibi "medeniyet" mi? yoksa insanlıktan kopuş mu? Robotlaşmaya giden bir yolda mı insanlık? 

Günümüzde de "medeni" olarak nitelenen toplumlardan başlamak üzere zaten her türlü kişisel bilgiler çiplerin üzerine aktarılmaya başlandı bile. Günümüzde artık kredi kartları çipli, kimlikler çipli olmaya başlayacak, aynı şekilde pasaportlar, araç plakaları derken bunların hepsini tek çipte toplama zamanı da gelecek karışıklığı ortadan kaldırmak için. Sonra da bunların hepsi şahsi çipinize yazılacak tüm mal varlığınız bu çiplerde olacak... vs. vs... Bu gelişmeler tek noktadan organize edilen ve tüm dünyada zorunluluk haline getirilecek planlı uygulamalardır, sadece Türkiye değil bunu yapan

İşte bu noktada, bu kapsamda yapılan araştırmaların derlendiği ve belgesel formatında bazı detayların anlatıldığı bir çalışma sunmak istedim sayfalarda. Bakın teknoloji aslında beynin içine çoktan entegre edilmeye başlandı bile... 


Bu yapımda izledikleriniz sadece sunulan tarafı. Aslında bu teknoloji burada anlatılandan daha ileri safhalarda hazır durumda. Google Glass ise sadece piyasaya yönelik ticari amaçla insanları bu teknolojilere alıştırmak ve bağımlı hale getirmek üzere tasarlanan projeler sadece. Nasıl ki evdeki telefonlarımız cebimize girdiğinde herkes on yıl öncesinde bunu hayal edemiyorsa ve bir devrim gibi kabul edilmişse artık cepten göze taşınan bu toknolojik aletler gün gelecek deri altına monte edilip sinir sistemine entegre edilecek. Ama bunu insanlar bilerek ve isteyerek hatta para vererek alıp taktıracaklar. İşte yukarıda izlediğiniz video bunun ıspatıdır. 

Bakın şimdi sizlere günümüz için bilimkurgu olarak adlandırılabilecek bir yapımdan alıntılar sunacağım. Aşağıda izleyeceğiniz videolar bir dizifilm sadece. Filmin adı H+ (Hplus) denen nano teknoloji ile üretilmiş implant bir çipten bahsediyor. Bu çip insanlara ensesinden enjekte ediliyor ve sinir sistemine entegre olduktan sonra bu insanlar 24 saat online olabiliyor, istedikleri gibi iletişim kurabiliyor ve hatta araba kullanırken maç bile izleyebiliyor...Telefon çılgını bir toplum olduğumuz göz önüne alınırsa tam bizlik değil mi? 
Dileyen arkadaşlarımız için linkler aşağıda, ilgili siteden tüm bölümlerini izleyebilirler (youtube un altyazı desteğini aktive ederlerse Türkçe çevirisi de var, takibi kolay olabilir, not olarak ifade edelim.)
Ben sadece 2 bölümden ilgili saniyeleri alıntılayıp link olarak koydum konu kapsamını görsel olarak anlatabilmek açısından. Birkaç bölüm izlediğinizde bu nano teknolojiyi yönlendiren ellerin dilediklerinde insanların çiplerini kapatabildiklerini ve sonrasında gelişen olayları da görebilirsiniz. Tabiki bunlar senaryo...Ama şimdilik.....

 
http://www.youtube.com/watch?feature...gAF9aEg#t=157s
 (linke tıkladığınızda video anafikir olarak anlatmak istediğimiz saniyeden itibaren başlayacaktır. Videonun tamamını izlemek isteyen play tuşundan, ilgili sahneye ulaşmak isteyen linke tıklayarak izleyebilir)

Nasıl sahneleri izleyince Google Glass bu sahnelerdeki teknolojinin emekleme çağı gibi görünüyor öyle değil mi?

http://www.youtube.com/watch?v=otlbZ...tailpage#t=55s
 



Belki bu kapsamdaki yazılarımızı okuyanlardan bazı arkadaşlarımız bunları abartılı ve saçma da bulabilirler. Bunu aklından geçirenler olabileceğini düşündüğümde de aklıma şu gelir; TRT de 80ler dizisini izleyenler vardır mutlaka. Orada 80ler penceresinden günümüze atıfta bulunan bir karakter var, adı Basri. Dizide günümüze yönelik anlattıklarını dinleyenler "46lı" göndermesini yapıyorlar. Belki bugün biz bunları yazıyoruz diye bizi de böyle görenler olabilir haliyle  Ama gelecek de bir gün gelecek  Fakat biz geleceğin getirdiklerinin esaretine düşmeyelim, 80lerdeki o kaybettiğimiz tadı, parayla ölçülemeyecek duyguları milenyumda da tamamiyle yok etmeyelim...




HOLLYWOOD VE GELECEKTEN İZLER


20 ŞUBAT 2013  tarihinde HaberBorsa Deneme Tahtası başlığı altında yayımlanmıştır...

 HOLLYWOOD VE GELECEKTEN İZLER


Biraz da geçmiş konularda yarım bıraktığımız noktalar adına yakaladığımız bazı ayrıntıları ilave edelim mi üzerine? Zaman zaman yazılarda Hollywood yapımlarından, semboller ve ritüeller konusundan bazı detay örnekler sunmaya çalımıştık hatırlarsanız...
Geçtiğimiz günlerde bir haftasonu sabahı kahvaltı saatinde TV de yayınlanan bir animasyon filme ister istemez takılmak zorunda kaldım oğlumun ısrarıyla. İlk kez gördüğüm bir animasyondu. Adı "Canavarlar Yaratıklara Karşı" Hollywood DreamWorks Stüdyolarında 2009 yılında hazırlanmış bir animasyon bu. Zaten ilk andan itibaren şirinlik maskesi adı altında sembolik işaretler ve en başta "tek göz" konsepti göze çarpıyor. Oğlum heyecanla filmi izlerken ben de içerisine yerleştirdikleri subliminalleri yakalamaya çalıştım. Günümüzde pek çok mecrada gördüğümüz özellikle tek göz sembolü ağırlıkta olmak üzere itina ile kabala kökenli semboller yedirilerek işlenmiş bu animasyona da...
Derken ilerleyen sahnelerde özellikle sonlara doğru bir kaç kare dikkatimi çekti. Bu sahneyi gördüğümde aylar önce sayfalarda yazdığım bazı detaylar birden canlandı. Ben bunları yazalı belki aylar olmuştu ve bu animasyondaki sahneyi ilk kez görüyordum şahsen...


 networkmanager Nickli Üyeden Alıntı 
21.06.2012 http://www.haberborsa.com.tr/forum/b...ml#post2676919 (Deneme Tahtası) 
........Fakat bu hologram teknolojisini test edecekleri bir ortam da olabilir. Sözde uzaylı işaretleri sunan ya da bir nevi saldırıya dönebilecek bir gösteri de olabilir. Fakat bu hologram teknolojisini yakın bir gelecekte mutlaka kullacaklar. Sayfalarda son günlerde paylaştığımız hologramla ilgili video ları izleyenler en azından fikir sahibi olmuşlardır mutlaka. Özellikle dün Kâbe üzerindeki melek figürlü video ya dikkat çekmek istedik. Bakın bunun daha belirgin ve üstün bir teknolojik altyapıyla sunulacağı sahneler mutlaka gelecektir. 2012 nin başında bir yazı içinde ne demiştik? 2012 din temelli bir yıl olacak. İşte bunların izlerini göreceğimiz psikolojik altyapı oluşturulmaya başlanıyor (daha önceki bir yazıda İstanbulda yapılan Hristiyan Yahudi ve Müslümanların bir arada olduğu ayin niteliğinde "Tek Tanrıya Müzik" gibi yapımlar hakkında bazı detayları yazdık  hatırlarsınız). Bir gün müslümanların yaşadığı coğrafyada Hz Peygamber ya da Hz Mesih İsa gök yüzünden tüm insanlığa ben mesihim derse bu coğrafyada kim inanmaz buna? Aynı şey Hristiyan coğrafyada Jesus figürü, Budist coğrafyada Buda gökyüzünden konuşsa ve dünyanın sonu geldiğini işaret etse, kim secdeye kapanmaz?
Bakın bu teknolojik kandırmacaları kullanacaklar ve herkesi kendi oluşturdukları "Tek Din" düzenine çekmeye çalışacaklar. Tabi ki buna ancak farkında olanlar ve gerçekten iman etmiş olanlar inanmayacak sadece. Ya da sözde bir uzaylı istilası ile dünya insanlığı korku amaçlı tehdit edilecek, bir şekilde insanlığı korkutarak çıkarları ve emelleri doğrultusunda hizaya getirmeye çalışacakları olaylar tezgahlanacak. Bu seferki teröristler uzaylı olacak belkide, ama 9/11 ayrıntıları nı anlatırken bizim o gün, o olayda gördüğümüz teroristler aslında nasıl yoktuysa ve bunlar nasıl sonradan deşifre olup kendi kurguları ile insanlığı kandırdıkları ortaya çıkmışsa yine böyle 9/11 in çok daha üst versiyonu bir kurgu ile karşı karşıya kalacağız ve fark ettiğimizde yine iş işten geçmiş olacak.
Bakın yazılanlar şimdilik belki ilk anda sadece film senaryosu gibi geliyor olabilir, fakat unutmayın Hollywood da gösterilen her şey zamanla dünyada yaşanan gerçeklere dönüyor. Çünkü Hollywood belli kurguları empoze edip insanları önceden alıştırmaya yönelik olarak kullanılıyor.........


Bu resimdeki kareler ilgili sahnelerden alınmıştır. Bu sahnede gökyüzünde hologram teknolojisi ile dünyanın çeşitli noktalarından aynı anda görülebilen bir uzaylı insanlığa seslenmekte. Geçen diyalog aynen şöyle;
"Dünya halkı, barış için aranızdayım, benden korkmanıza gerek yok, amacım zarar vermek değil, yine de önümüzdeki 24 saat içinde birçoğunuz hayatını kaybedecek, hayatta kalanlarsa esir edilip kobay olarak kullanılacak...."

Bu sözler esnasında eş zamanlı olarak Mısır piramitleri, Paris ve NewYork şehir sulietleri fon olarak kullanılıyor ve gökyüzündeki uzaylı hologramın söylediklerini dinleyen insanlar panik içinde etrafa dağılıyorlar...


İlgili sahneyi içeren videoyu birkaç gündür uzun süre aradım fakat sayfalara gömülü olarak sunabileceğim bir kaynak bulamadım. Sadece aşağıdaki linkte ilgili sahneyi 7:30 saniyeden itibaren izlediğinizde görebilirsiniz.
Canavarlar Yaratıklara Karşı - Türkçe - 7.Kısım video izle - Sinema / TV - Mynet - Video

Varmak istediğimiz nokta şu; Malum Hollywood'un küresel elitler elinde bulunan bir empoze aracı olduğunu defalarca yazılar içinde ifade etmiştik. Hollywood CFR üyesi yedi kişi tarafından yönetilmektedir ve yapımların pek çoğu alınan talimatlar gereği senaryolaştırılmaktadır. İşte size somut bir örnek sunmak adına bunları yazıyorum. 
Aylar önce yazdıklarımda pek çok şey bazıları için saçma da gelmiş olabilir. Fakat aylar sonra somut bir örneği ortaya koyabilmek bu konudaki ifadelerimizi akıllarda biraz daha netleştirecektir diye düşünüyorum. 

Bu güçlerin elinde oldukça ileri teknolojiler hali hazırda mevcut fakat insanlık henüz bunlara hazırlanıyor bu tür yapımlarla. İşte görüyoruz animasyonlarla çeşitli sevimli gösterilen figürlerle arada yedirilen subliminal mesajlarla cocuklarımızın bilinçaltına farkettirmeden yerleştiriyorlar hedefledikleri düzenin temellerini. Sürekli dünyayı tehdit eden yaratıklar, uzaylılar ve dünyayı ele geçirmek için uğraşan gizli ve büyülü güçler. Son yıllardaki pek çok çizgifilmin konsepti bunun üzerine.

Belki masum gibi görünen veya tek gözüyle şirin algısı uyandıran bu yapımların aslında hepsi bir amaca hizmet için yapılıyor. Bu yapımların ve içeriğindeki konseptin hiçbirisi tesadüf değil. Aralarında göremediğimiz fakat beyinlerin algıladığı pek çok bilinçaltı mesaj bombardımanına maruz bırakılıyoruz bizler ve çocuklarımız. 
En azından bu gibi konularda daha duyarlı olup bilinçli davranmak gerektiğini gözardı etmemek gerek...




Muhtemelen bu gibi konularda yazıların kapsamını âfakî bulan ve abartı olarak görenler de vardır, olacaktır da. Ama şu aylar önce yazdığımız satırların üzerine bu karelerin örtüşmüş olması da sadece bir tesadüf mü bu gözler açısından acaba?




MAKRO GERÇEKLER - PAPA


19 ŞUBAT 2013  tarihinde HaberBorsa Deneme Tahtası başlığı altında yayımlanmıştır...

GÜNDEME DAİR 19.02.2013 VE MAKRO GERÇEKLER - PAPA


Yazdığımız son gündem yazılarında yukarıdaki ana başlıkların yanısıra Fransa'nın Mali operasyonu na dair perde arkasındaki durumu ve İsrail seçimlerinin ardından ilk icraatları olan Suriye'nin bombalanması konularına değinmiştik. O günden bu yana gündem birikti fakat biz yeterli vakti bulamadığımız için ilerleme sağlayamamıştık. Bugün itibariyle bu konulara biraz zaman ayırmak niyetindeyim.

Malum son olarak İsrail'in seçimleri ardından ilk icraat olarak Suriye'de stratejik bazı noktalara uçakla bazı bombalama operasyonları yaşandı. Bu hamleye rağmen hiçbir BM üyesinden kayda değer bir ses çıkamadı yine malesef, buna Türkiye'de dahildir. İran küçük çaplı bir sert söyleme girmişti sadece fakat onlarda da liderler arasında bazı iç kargaşalar hakim son günlerde. Sonuç olarak İsrail bu operasyonla nabız yokladı ve dünyadan yine ses çıkmadı. Bu İsrail'in yakın zamanda yapacağı hamlelerin ilk adımıydı sadece.

Bu operasyondan kısa bir süre geçmişken ülke sınırlarımız içinde ABD büyükelçiliği bombalandı bir intihar eylemiyle. Faillerin bağlantısı konusunda halen net bilgi yok fakat eylemin zamanlaması iç gündemi baskılamaya yönelik olduğu aşikârdı. İç gündemde ise ağırlıklı konu malum "demokratik barış süreci" adı altında yürütülen görüşmeler. Elçilik bombalama olayının hemen ardından büyükelçi Francis J. Ricciardone bombalama eylemi bahanesi ile konuyla alakası olmayan bir şekilde gündeme dair yorumlarda bulundu ve iç gündemi daha da karmaşık bir hale getirdi.

Tabi ki bu elçiler bu gücü geçmişten alıp bugüne yansıtmaya çalışıyorlar. Zamanında, çok değil bundan 10-20 yıl önce bu elçilerin tüm söyledikleri bir emir niteliğinde "emredersiniz ekselansları" dalkavukluğu ve söylemi ile uygulandığı için 
(ki Ricciardone yıllar önce staj dönemini de Türkiye'de özellikle Adana ve Diyarbakır'da geçirmişti) bugün de aynı saltanatı sürdürmek adına gündem peşinde koşuyorlar halen malesef. Bu arada büyükelçi Ricciardone'nin medya tarafından sunulan sempatik duruşuna ve Türkçe ağırlıklı demeçlerindeki sahte samimiyete aldanmamak gerek. Bu adamın dedesi (hatırladığım kadarıyla emin olamadım babası da olabilir) ortadoğu ve balkanlar bölgesinden sorumlu en büyük ajanlarından biriydi devrinde. Bunun bu bölgedeki görevi bu bağlantının devamıdır ve Türkçe bilgisi de bu şekilde gelişmiştir.

Elçilik bombalama eylemi sonrası gündem elçinin söylemleriyle Silivri/İmralı polemiği eksenine çekildi. Amaç karmaşa ortamında zaten gergin olan kutupları birbirine düşürmekti. Süreç bir ileri iki geri şeklinde işlemeye devam ediyor fakat mutabakat içinde ilerlemedikçe bu hamlelerin sonucu yine bir gerginiğe dönüşecektir iç gündemde. Bu kapsamda yapılan görüşmelerin niteliği çok net değil. Fakat görüşmeler bu gidişle geridönülmez bir noktaya doğru ilerleyecek şekle dönmeye başladı. Olası bir anlaşmazlık sonucunda terör belasını daha da azdırabileceği noktalar da sözkonusu olabilir. Kan dökülmeden kalıcı çözümler ülkenin tüm vatandaşlarının gönlünden geçendir mutlaka fakat bu noktadaki taviz olarak ortaya koyulabilecek maddeler iyi değerlendirilmeli. Yarın olası bir anlaşmazlıkta isyan hareketleri ve bölünme çığırtkanlığı daha şiddetli bir hal alabilir. Herşeyden önemlisi ülke insanının tasvip etmeyeceği örtülü pazarlıklarla özellikle şehit yakınlarını üzecek adımlar başka yaralar da açabilir.
Daha önceki "Son Kale Suriye" başlıklı yazılarda da ifade ettiğimiz gibi Türkiye şu dönemde ince bir çizgi üzerinde yol alıyor. Çok fazla hareket sahası da yok. Her atılan adım doğru atılmalı. 
Son Suriye başlıklı yazıyı şöyle bitirmiştik hatırlarsanız...
"Bu noktada Rusya ve özellikle İran'a dokunan bir kıvılcım bir savaşı kaçınılmaz kılar ki bu sürece kadar Türkiye'nin şu andaki sarmaldan kurtulması gerekir. Aksi takdirde Suriye'den sonra İran'dan önce hedef halen Türkiye..."

İşte şu andaki başlatılan süreç "İmralı, Barış Süreci, Demoktarik Açılım...", adına her nederseniz deyin bu sarmaldan kurtulmak yönünde atılmış olumlu bir adımdır fakat olumlu sonuçlanması tüm çevrelerce mutabakatla gerçekleştirilmesi önemli. Aksi takdirde sorunu çözmek niyetiyle atılan adımlar milletin kaldıramayacağı tavizlerle gerçekleşirse bu sefer başka cepheler açılır ülke gündeminde. 
Olumsuz sonuçlanan bir süreç sonunda ise kapımıza kadar dayanan ve hatta sınırlarımızın içinde yaşanan Suriye karmaşasıyla oluşturulan Ortadoğudaki yeni sınır çizme operasyonu Türkiye'ye de daha alevlenerek yansımaya başlar ki zaten ortam küresel elitlerin çıkarları doğrultusunda oluşturdukları "Arap baharı" dalgası Türkiye sınırları içinde bu sefer "Kürt Baharı" adı altında sergilenmeye başlayacaktır bir sonraki adım olarak. 
Sonuç olarak bu başlatılan süreçten olumlu sonuç almaktan başka çıkar yol kalmamıştır. Bu süreçten tavizlerle çıkılırsa bir anlamı da kalmayacaktır, bu sürecin ülke topraklarına, birlikte, aynı bayrak altında sahip çıkma duygusunda birleşerek çıkılmasından başka çare de kanayan yaraya merhem olmaz.

Tekrar gündeme dönecek olursak;
Bu gelişmeler yaşanırken bu sefer de dış kaynaklı bir eylemde ne hikmetse Türkiye sınır kapısı hedef alındı ve gözdağı niteliğinde bir bombalama eylemi yaşandı Cilvegözü'nde. Yansıtılmaya çalışılan yine Suriye kaynaklı bir eylem olduğuydu malumunuz. Hatırlayın daha Antep bombalama olayları yaşanmadan, Uçağımız düşürülmeden, sınırlarımızdan içeri bombalar düşmeden çok önce de neler yazmıştık. Türkiye'yi fiili bir müdahaleye sokacak bazı komploların gündeme gelebileceğini tâ Suriye olayları başlamadan önce yazmıştık. İşte bu komploların bir yenisini daha sınır kapımızda gerçekleştirdiler. 
Düşünün, İsrail Suriye'ye hava harekatı yapıyor ama ne hikmetse bombalar hep bizim sınırlarımızda patlıyor, bizim insanımız ölüyor... Bu bombaları eğer Esad patlatıyorsa aslında bunların hedefi İsrail olması gerekmez mi? 
Yapılan tezgahlar hep Esad tarafına yıkılmaya ve müdahale için haklı zemin oluşturulmaya ve aynı zamanda Türkiye müdahale için kışkırtılmaya çalışılıyor her seferinde.
Esad'ın iç karmaşayı bastırmak öncelikli hedefiyken neden gelsin dışarıdan cephe açacak hamleler yapsın? Yapacak olsa bu ilk İsrail olması gerekmez mi?
( Ki nitekim artık NATO destekli füzelerimiz bile var, boşuna mı verdiler bize bunları? "günü gelir kullanırsınız elbet" düşüncesinde olmasa verirler mi? Asıl önemli olan o günü kim nasıl belirleyecek...)
Bu eylemler tamamiyle Suriye içinde İsrail ve ABD tarafından desteklenen ve bizim de olayın en başından verilen örtülü talimatlar gereği desteklediğimiz ama süreç uzadıkça örtülü olarak pişman olduğumuz ve çuvalladığımız bir tezgahın eseri malesef. Şu anda 180bini aşan mülteciyi doyuracak parayı yine bu ülke insanı ödüyor yanlış politikalar yüzünden. Bu işin pazarlığını yapan özellikle dış politika belirleyiciler şimdi yarıyolda bırakılmışlığın ezikliği ile AB den BM den yardım talep ediyorlar. Az değil olayların başladığından bu yana 600milyon dolar harcadık hemde bütçede böyle bir kalem planlanmamışken. AB den gelen yardım sadece 3-4 milyoncuk. 
Kapital elitlerin çıkarları doğrultusunda müslüman coğrafyasında bunca kan döküldüğüne mi yanalım, bu konuda nasıl bir pis tezgahın içinde piyon olduğumuza mı, yoksa ülke insanının cebinde karnını doyuracak parayı zarzor denkleştirirken bu kadar hoyratça politikalarla ilave yük yüklenmesine mi?
Belki de Kore'de gerçekleştirilen nükleer zirvesindeki samimi pozların arkasında bu konuda rol üstlenin size kredi notu verilecek dediler? o günlerde de bir gündem yazısında bu soru işaretini dile getirmiştim. Belki de ülke notunun sadece tek kurum tarafından artırılması, dolayısıyla ülkeye gelen yabancı sermaye, dolayısıyla düşen faizler, borsadaki 86bin şahlanması bu pazarlığın eseridir? Bu konudaki o günden kafamda oluşan soru işaretleriydi ve o günlerde piyasa 58binlerdeydi. Gelinen noktaya baktığımızda bu soru işaretleri biraz daha gerçeğe yakın denklemler olarak görünüyor benim gözümde. Eğer öyleyse Kudüs topraklarını ne pahasına olursa olsun koruyan ve tüm baş döndürücü tekliflere rağmen satmayan Abdülhamit Han'ın kemikleri sızlamış olsa gerek...
(Kısa vadedeki çıkarlar uğruna ülke geleceğini hipotek etmek ve ülkeyi dar bir alana sıkıştırmak kumardan öte bir hamle değil. Şu anda sınırımızdaki karmaşa ve ülkeye sıçratılmaya çalışılan sahte baharlarla uğraşırken daha çok para harcanmıyor mu? Ekonomiye hiçbir katkısı olmayan başka ülke insanlarının karnını ülkenin asıl sahipleri açken doyurmak ve milyon dolarlar harcamak zorunda bırakıldık malesef. Komşusu açken tok yatan bir millet değiliz tarihten bu yana, elbet bu millet darda olana her daim yardım etmiştir edecektir ama küresel bankerlerin çıkarlarına hizmet edip onların oyunlarıyla dar kalıplara sokulmak, bir gün bize de aynı oyunlar oynanırken çevremizde bize yardım edeni bulabilecekmiyiz sorusunu akla getiriyor ister istemez...)

Son dönemdeki bir diğer konu ABD tarafında yeni dönem yönetim heyetinin belirlenmesiydi. Obama yeni döneme yemin ederek başladı. İlk yurt dışı ziyaretini İsrail'e yapacağı açıklandı. Bunun yanında daha önceki yazılarda ifade ettiğimiz gibi dış işleri bakanlığı koltuğundaki Hillary'i kızağa çektiler, yerine John Kerry getirildi. Onun da ilk yurt dışı gezisini Türkiye'ye yapacağı açıklandı. Tüm bu gelişmeler ve bizim bölgede yaşanan olayların aynı zamanda kesişmesi manidar. Bakalım neyin planları ve pazarlıkları yapılacak bu sefer. 
Ayrıca Hillary konusu henüz kapanmadı, sağlık durumu bir düzmece mi? yoksa İlahi adalet mi bilemiyoruz fakat sağlık durumu elverirse yeni dönem başkan adayı olarak görme ihtimalimiz yüksek bu CFR üyesini. Nitekim ABD de son günlerde yapılan ankette yaşanan tüm skandal ve senatodaki sorgusuna rağmen Obama'nın da önünde bir popülarite ve güvene sahip olduğu lanse edildi 
(tabi bu da bir medya düzmecesidir bundan kuşkunuz olmasın). Beki de şimdilik yüzü eskimesin, yıpranmasın, son dönemdeki üstlendiği görevlerde yorulup üzerine kazara sıçrattığı çamurlar unutulsun diye gündemden çekildi izlenimindeyiz. 


Gelelim son günlerin cafcaflı konusuna...
Malum Papa hazretleri istifa etti. Katolik aleminde sadece iki papa istifa ile o makamı bırakmış şimdiye kadar. Bundan önceki istifa ise 600yıl önce gerçekleşmiş. Diğer tüm papalar eceliyle terketmişler koltuğu. Hâl böyle olunca bu işin içinde bir bit yeniği olmaz mı?
Papa XVI. Benedicktus'un sunduğu istifa gerekçeleri oldukça insani sebeplerden. "Yaşlandım, yoruldum, görevlerimi yerine getiremiyorum" gibi söylemlerden öte şeyler değil. İstifasıyla birlikte Katolik aleminde ister istemez bazı ikilikler de meydana çıkacağı aşikâr. Sonuç olarak inançlarına göre Tanrı ile kul arasındaki bir köprü olan seçilmiş bir ruhban sınıfından bahsediyoruz. Tanrı ve Kutsal Ruh adına kulların tüm günahlarını silebilen bir kişilik sonuçta. Bu durumda bu yetkilerini devretmiş olmayacak seçilmiş kişi olduğu için. Sadece Vatikan yönetiminden istifa etmiş olacak. Seçilen yeni papa da aynı yetkilere sahip yeryüzünde seçilmiş kişi olarak insanları kutsayacak. bu durumda eski papanın insanların gözüne hiç görülmemesi hiç konuşmaması inzivaya çekilmesi gerekecek. Tabi ki olayın göresel kısmı bu. Zaten konuşamaması görülememesi için böyle bir karara itildi papa.
Malum kilise içinde yaşanan çarpık ilişkiler yumağı her zaman gündemdeydi. Çocuklara papazlar tarafından yapılan cinsel istismar konuları bu papanın oldukça başını ağrıttı ve şimdiye kadar bu konularla ilgili çok kez dünya medyasına özür metinleri sundu, okudu. Ama hiçbirine birşey yapamadı. Konu halen olduğu gibi devam ediyor.
Fakat bunun yanında papayı rahatsız eden örtülü mesele şahsi banka hesaplarının 17 tanesi İtalyan gizli servisleri tarafından deşifre edildi. Bu deşifre olanlardan sadece bir tanesinde (Vatileaks (Vatikan Vikileaks'i) ne yansıyan bilgilere göre) 32milyar dolar. Bu hesaplar kodlanarak şifrelenmiş hesaplar olduğu ifade ediliyor. Ortaya çıkan meblağ sadece tek şahsi hesabında çıkan para sadece. Ve bu hesabındaki hareketlere bakıldığında JP Morgan denen küresel bankerlere uzanan bazı trafikler sözkonusu. Yani anlayacağınız bizim finansal elitler bu papayı da kıskaçlarına almışlar. Sonuç olarak papa katolik aleminin ruhanî lideri. ( Bu nasıl ruhaniyetse artık :)  ) Dünyada 3 milyar insanı kutsayan ve yönlendirecek makamda olan bir insan. Dolayısıyla kolay kolay ulaşılamayacak makamları açan bir anahtar. Olmayacak işleri bağlayabilecek bir şahsiyet. Bütün haçlı ordusuna hükmedebilecek ve tarih boyunca hükmetmiş bir komutan. Normal olarak bu makam zaten tarih boyunca bizim kapital elitleri cezbetmiştir. Hatırlarsanız daha önceki makro gerçekler yazılarının birinde Kanuni'nin Viyana kuşatmasının asıl amacının kilise ile sermaye bağını kopartmak üzere yapıldığından bahsetmiştim. O dönemde Rothchild hanedanını İngiltereye kaçırmayı başaran Kanuni ve Osmanlı sonuç olarak onlar adına tarihi bir yıkım hedefi olmaktan kurtulamadı. Sonuç olarak tarih boyunca her daim kilise ve sermaye gücü hep birbirlerinin çıkarlarına hareket etmişlerdir. İşte bu istifa da bunun paralelinde gelişen bir sonuçtur. XVI: Benedictus muhtemeldir ki bu para konularında paçayı kaptırdı ve sonuç olarak çıkarlarının örtüşmediği noktalarda artık işgörmez duruma düştü kapital elitler açısından. İşte bu aşamada yeni papa daha doğrusu iş görecek bir papa seçilmesi gerek  :)

(Şimdi konu buraya gelmişken ortaya koyduğumuz resme bakarak konuşmak gerekirse Hz. Muhammed (SAV)'e uzanan dilleri ve yakıştırmaları yazan ve yayınlayan şeytani medyaya ve asıl başlarındaki şeytanın uşaklarına alın sizin papanız demek geliyor insanın içinden. Bumu ruhani liderlik? Milyar dolarlar üzerinde maddiyat içinde yüzerken mi ruhani liderlikten bahsediyorlar acaba? Neyse söylenecek söz çok da konu dağılmasın)

Şimdi ne olacak? sözde Vatika'nın 80 yaş üzerindeki kardinalleri inzivaya çekilecekler ve kutsal ruhtan işaret bekleyecekler yeni papa kim olsun diye. O kutsal ruh diyecek ki Turkson seçilsin. (Bu kutsal ruh artık ABD de midir İsrail'de midir bilinmez :) ) Sonra kilise çapelinden beyaz bir duman çıkacak ve yeni papa seçilmiş olacak.
Şu anda seçilebilecek kardinaller arasındaki en önde gelen isim Gana'lı Peter Appiah TURKSON . Soyismini yanlış yazmadım, siz de yanlış okumadınız. Türkoğlu demek, ama kendisi Afrikalı bir zenci.

Afrikalı oluşuyla Afrika'da yayılan ve güç kazanan Müslümanlığa karşı bir adım atılmış olacak, siyahi oluşuyla ABD tarafından bir model olarak sunulan zenci başkan imajı Avrupa'da da pekiştirilecek, Avrupa'nın Fransa ile başlattığı sırasıyla Libya, Cezayir ve son olarak Mali operasyonları desteklenmiş olacak ve Afrika sömürüye daha da açık hale getirilecek ve dolayısıyla kapital elitlerin şirketleri daha kolay petrol ve maden yataklarına ulaşabilecek. "Turkson" ismi ile ise özellikle İstanbul coğrafyasında hükümetin son zamanda özel girişimleriyle açılmaya çalışılan ruhban okulları ve kiliseler konusunda daha da ileri ilişkiler kurularak ilerleyen aşamadaki "Tek Din" hedefi ile İstanbul bu akımın yönetim merkezi olacak.

Şeytanın uşağı küresel elitler her koldan dünyevi imparatorlukları için hazırlıklarını sürdürüyorlar. Gündeme dair bizim makro gerçekler penceresinden gördüklerimiz ve birleştirdiğimiz bulmaca parçaları şimdilik bu kadar. Devam yazılarında görüşmek dileğiyle...

MUHTEŞEM!!! SENARYO


04 ŞUBAT 2013 tarihinde HaberBorsa Deneme Tahtası başlığı altında yayımlanmıştır...

GÜNDEME DAİR - MUHTEŞEM!!! SENARYO



Muhteşem Yüzyıl insan hakları raporuna girdi
İnsan Hakları İzleme Örgütü, 2013 Dünya Raporu'nu bugün yayınladı. Raporda Türkiye’nin terörle mücadele yasalarını, Kürt hakları savunucusu binlerce aktivist ve gazetecinin uzun süreli tutukluluğu için kullanmaktan vazgeçmesi gerektiği belirtildi. Raporda, Muhteşem Yüzyıl dizisine göndermeyle, "Türkiye'deki siyasetçilerin bir TV dizisine bile 'tahammül' edemeyecek kadar hoşgörüsüz olduğu" ifade edildi.

Bakınız İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün raporuna. kimin hakkını savunuyor acaba? Bir ülkenin tarihi ile alakası olmayan ve tarihi şahsiyetleri gerçeğin aksine belli çıkarlar için üstü örtülü olarak karalayan bir yapıma bu ülkenin yetkili kurumları eleştirdi diye rapor yazmışlar. Şimdi bu örgüt gerçekten insanın hakkını savunuyorsa yüzyıllar önce yaşamış ve kendini savunma şansı olmayan tarihi bir şahsiyet sözkonusuyken, şu anda aslıyla hiç alakası olmayan bir karalamaya maruz kalıyorsa bu kurum bu şahsiyetin hakkını koruması gerekmez mi? Bunu yapmadıkları gibi aksine bu karalamayı yapanlara iyiki yapıyorsunuz devam edin anlamında bir rapor yayınlayıp savunmaya çalışanları da tenkit etmiyor mu?
Zaman zaman BM, AB, IMF, WB gibi örgütlerin kime hizmet ettiği konusunda çeşitli yazılar yazdık. İşte bu sözde örgüt de aynı kapsamdadır. Dolaylı bir propagandaya çanak tutmak üzere gündemi baskılamak için bu tip girişimlerde bulunmaktalar. Tabi ki bu raporu gören insanımız da "bakın bu medeniyet temsilcisi örgütler bize medeniyet getiriyor" diye bakıyorlar malesef. Bu kadar gözü kapalı ve batının her dediği doğrudur algısıyla bakıyor azımsanmayacak orandaki insanımız. 

Aslında bu örtülü bir propagandadır. Bahse konu dizi senaryosu İsrail kaynaklarından senaryolaştrılarak ve finanse edilerek Hürrem'i aslının ötesinde bir Yahudi ajanı olarak göstermeye ve çeşitli entrikalarla Osmanlı'nın tarihine yön vermiş ve hatta II. Selim'i ileriki aşamada gayri meşru gösterip Osmanlı'nın II. Selim'den itibaren Yahudi bir devlet olduğunu empoze etmeye çalışan gizli bir planın senaryosudur. Malesef milletimiz de raiting rekorları kırdırarak bu oyuna destek oluyor farkında olmadan.

Bu kadar medya ile hipnotize edilince insanımız malesef tarihini bu uydurma senaryolardan öğrenmeyi daha kolay buluyor, okumak yerine senaryolarda sunulanı doğru kabul ediyor. Sorgulamıyor ve geçmişinden tarihinden koparılıyor. Bu koparılış ilk Türk dil kurultayındaki toplantılarda içeride yer alabilmiş aslı masonik örgütlere dayanan hatrı sayılır kişilere kadar dayanmaktadır. Toplum tâ o günden beri dilsizleştirilmek ve tarihsizleştirilmek üzere bir kurgunun içine itildi. Şu anda da bu bahsekonu senaryolar bunun devamıdır ve planlı olarak bu girişimler günümüzde de sürüyor ve malesef ülkenin başındakiler sadece söylemden öte gidemiyor, bir türlü kendi tarihçimizden yazılmış güzel bir eseri insanlarımıza aktaracak bir girişim üretilemiyor. 


Tarih dizilerden, romanlardan öğrenilmez, batı hayranı bir bakışla yabancı kaynakların yanlı tarih kaynaklarından hiç öğrenilmez. Bu kapsamda eğer ilgi duyanlar varsa tarih profesörü Ahmet Şimşirgil'in KAYI serisi kitaplarını da tavsiye ederim.



MAKRO GERÇEKLER – MALİ


09 OCAK 2013 tarihinde HaberBorsa Deneme Tahtası başlığı altında yayımlanmıştır...




Haritada herşey ortada, neden tek dişi kalmış medeniyetler diyoruz bunların son yüz yıldaki tarihlerine bakmak yeterli zaten.
Şimdi kendilerini medeni gösteren ve demokrasi havarisi kesilen geçmişin sömürge krallıkları değil mi? O krallıkların tarih boyunca kime boyun eğdiğini de geçmişteki yazılarda aktarmıştık hatırlarsınız.
Demokrasi, medeniyet getiriyoruz diye girdikleri tüm topraklarda açlık sefalet ve kölelik hakim. Şimdilerde de hep aynı senaryolarla ve bahanelerle kendilerinin olmayan topraklara el uzatmaya devam ediyorlar. Son örnekler Irak, Afganistan, Libya, Mısır, Filistin, Suriye ve şimdi yenileriyle devam ediyorlar. Bunlar mı medeniyet, demokrasi getirecekler? Tek amaçları küresel soygunculara hizmet etmekten öte gitmez bunların medeniyetleri. 
Fransa yıllardır Afrika ülkelerini sömürüyorlar, Mali bölgesinde bu uranyumu ülkeden kolay çıkartabilmek için hiçbir Mali vatandaşının bile giremediği özel yollar inşaa etmişler zamanında. Şimdi iç ayaklanmalar sonrası çıkarlarını sabote eden güçlere karşı hava operasyonları düzenliyorlar ama dünyanın sesi çıkmıyor. Neden? Suriye için insan hakları var da Mali de yok mu? Çünkü küresel soyguncuların çıkarı neredeyse ona göre kararlar alan bir Birleşmiş Milletler kukla örgütü var bu dünyada sözde adaleti sağlayan. Hiç sesleri çıkıyor mu bir ülkeye istedikleri gibi hava operasyonları düzenlerlerken?
İşin ucunda tüm yandaşlarına yarayacak uranyum var çünkü. 
Zamanında Osmanlı topraklarında da aynı senaryoyu oynadılar, Abdulhamit Han'ın 34 yıllık saltanatı döneminde tüm zor koşullara rağmen sonuç alamadılar, tâ ki içeriden İttihat Terakki kisvesinde mason ajanlar ve onların elitlik yada şahsi çıkarları adına içimizdeki yaltakçı işbirlikçileri sözde vatandaşlar sayesinde döndürdükleri oyunlarla Abdülhamit Han'ı tahttan indirdikten sonra petrol havzalarımızı kaybettik malesef. Daha da devamı gelecekti ki bu ulusun birlik beraberlik ruhu ile Lazı, Çerkezi, Kürdü, Türkmeni ile verdiği kurtuluş savaşı engel oldu o dönemde bu planın onlar lehine sonuçlanmasına. Şükür ki şu anda yine anavatan topraklarında özgür yaşıyoruz... Senegal, Cezayir Nijer, Mali kökenli vatandaşlar zamanında Fransa, İngiltere gibi krallıkların sömürgesi olarak köleleştirilmediler mi? Şimdi Fransız ordusunun askerlerinin büyük çoğunluğunun kökeni Afrika'ya dayanmıyor mu? Şu anda Mali'ye operasyon yapan Fransız askerleri kimleri öldürüyor? Tarihte kanbağı olan insanlarla karşı karşıya olanlar yine onlar malesef...

Şimdi söyleyin bana, bunlar mı medeniyetin önderleri? Nedir bizim insanımızdaki bu medeniyetlere olan özenti? Gidip Fransa'dan İtalya'dan giyinmeyi bir halt sanan, Amerikan aksanı Türkçe ile konuşmayı elitlik sanan, on kelimesinin içinde üçünü İngilizce kökenli kelimeleri serpiştirip kendini medeni sanan ne oldum delisi insanlar nasıl benliklerini kaybettiklerinin farkındalar mı acaba?

Bu oyunun sonucunda milli benliğimizi ve bütünlüğümüzü kaybettikçe Kurtuluş savaşında alamadıklarını kaleyi içten feth ederek zaman içinde yine bu topraklara göz koyacaklar ki hep bu oyunların içindeyiz son yüzyılda da. Şimdi Malideki uranyuma göz koyanlar yarın Türkiye'nin topraklarına, uranyumuna toryumuna, şimdiye kadar çıkartılamamış petrolüne, gazına ve hatta su yataklarına göz koyacaklar. 
Uyanık olma zamanı, bu tek dişi kalmış medeniyetlere uşaklık etme ve onların sözde medeniyetlerine ayak uydurma, onların finansal ve psikolojik harbine boyun eğme zamanı değil....




SON KALE SURİYE III


09 OCAK 2013 tarihinde HaberBorsa Deneme Tahtası başlığı altında yayımlanmıştır...


Malum bu konu üzerine olaylar daha bu boyuta gelmeden önce daha şimşekler Libya, Mısır üzerindeyken çok kez değindik ve günümüzde yaşanan ve yaşanacaklar konusunda gerekli herşeyi aktarmaya çalıştık. Ve ardından Suriye meseleleri patlak verdi. Hatırlayacak olursanız Suriye meselesini aktarırken sürecin Libya'da olduğu gibi işletilemeyeceğini, Libya'da yaptıkları gibi hemen bir hava harekatı ve NATO kuşatmasının mümkün olamayacağını, Suriye'nin arkasında Rusya, Çin ve dolaylı olarak İran olduğunu, bu güçlere karşılık malum güçlerin jandarması ABD ve yandaşlarının bu ekonomik ve siyasi sıkıntılı dönemlerinde kendileri direkt müdahaleden çok Türkiye'yi piyon olarak kullanmayı hedeflediklerini ve bunun için de Türkiye üzerinden bazı komploların oluşturulabilceğini 
7 Mayıs 2012 tarihli yazı içerisinde değinmiştik. Bu yazılar ardından malumunuz Türkiye üzerinde halen günümüzde de tam bir aydınlığa bir türlü kavuşamayan Gaziantep bombalamaları, Keşif uçağı düşürülmesi ve sınırlarımız içine düşen kaynağı belirsiz top mermileri olayları yanında bir de içeride bayrak dikmeyi hedefleyen ve şiddetlendirilen PKK saldırıları yaşandı. Bu gelişmeler yaşanırken her ne kadar durum kamuoyuna açıklanmasa ve üzeri örtülmeye çalışılsa da bir denge siyaseti üzerinden fiili bir müdahaleden çok gövde gösterisi şeklinde tedbirlerle karşılık verildi dış olaylara karşı. Bu aşamada iki cepheyi de idare eden, ülke üzerine tezgahlanan oyunların dolanbaçlı yollarına onların istedikleri kadar dolanmadan geçtiğimizi düşünüyoruz henüz fakat her geçen manevrada ülke olarak kendi hareket alanımızı kısıtladığımızın farkında olmak gerek. Bu gövde gösterisi sırasında meclisten ucu açık bir tezkere geçirildi ve bu tezkere bundan sonrası için ülke adına ya tükürdüğünü yalamak olacak ya da delikanlılık havasında bizi bir komplo ile olayın içine sürükleyecekler. Malum artık NATO destekli patriot füzeleri sınıra konuşlandırılacak. Füzelerin kontrolü her ne kadar bizde olacak dense de havadaki uçağı bile uydudan bir yazılımla kontrol edebilen bir sistem varken bu kuşku karşı cepheyi mutlaka tedirgin edecektir. Bu noktadaki soru işaretleri füze odaklı bir komployu sürekli akıllarda tutacaktır. Bunun yanında bu haçlı ordusuna topraklarını kullandıran ülke her ne kadar müslüman olsa da İran açısından durum değişmez, kendi çıkarı için Türkiye'yi feda edebilir gerektiğinde ki bu da karanlık güçlerin başlıca emeli olan müslümanı müslümana kırdırmak stratejisine de götürebilir süreci. ("eğer gerçekten içeriden anlaşmalı bir örtülü plan varsa" tabi ki medyanın süslü yalanlarına kanmayıp bilinçli bir kamuoyu baskısı böyle bir oluşumu şimdiden bertaraf edebilir. O nedenle ulus olarak uyanık olmamız gereken bir dönemden geçiyoruz. )

Şu aşamada tezkere sonrası NATO yu dolaylı olarak ülkeye davet etmiş durumdayız. Aslında tezgahın başındakilerin amacı Suriye'ye bir üs açmaktı şimdiye kadar, dolayısıyla Türkiye'nin İncirlik'ine ve İskenderun Körfezine ihtiyaçları kalmayacaktı. Türkiye'yi Suriye'ye soktuktan sonra işin cafcaflı kısmı bitince NATO yardım bahanesiyle gelip tıpkı Afganistan'da yaptığı gibi oraya çöreklenecek ve üssünü kurup hizmet ettiği örtülü güce hareket alanı sağlayacaktı. Fakat şimdilik olay bu boyutta değil. Ama olayın maduru yine Türkiye. NATO hava radarlarından sonra artık şimdide hava savunma füzelerini ülkeye sokmayı başardı. Amaç Türkiye'yi korumak mı? Tabiki hayır, bir gerginlik patlak verirse olaylar Avrupa'dan ne kadar uzakta olursa o kadar iyidir mantığı ile mümkün olduğunca sınırlarından ötede bir savunma hattı kurmak derdindeler sadece. Tabi ki bu süreçte sistemlerin başındaki ajanlar da gerekli istihbarati bilgiyi rahatlıkla edinebilecek durumda olacaklar. 
Bunun yanında Türkiye komşuları ve bu oluşumun karşısındaki başlıca aktörler olan Rusya ve İran ile özellikle enerji konusunda bir gerginlik yaşaması bu işin tuzu biberi onlar açısından. Şu aşamada onlar uzaktan gelişmeleri izler ve keyiflerini sürerken ve hatta Suriyeden kaçan mültecileri doyurmak hiç umurlarında değilken bir de Türkiye'nin sırtına bu kamburu yüklediler. İşçin, emeklin, memurun zam istediğinde kaynak yok deyip Yunanistan gibi mi olalım bahanesi ile herşeye dolaylı zam yapılırken, küresel soyguncu MerillLynch kökenli maliye bakanı daha ülkenin dinamiklerinden bihaberken, ince elenip sık dokunan bütçe kaynakları malesef başka ülke vatandaşları olunca hiç düşünülmedi. Neredeyse Türkiye'nin orta halli bir şehrinin nüfusu kadar insanı doyurmak zorundayız vergilerimizle hem de bu şehrin ekonomiye hiçbir katkısı olmadan yiyip içerken. Yardım etmeyelim mi?! bu ülkenin genlerinde var zor durumdakine yardım etmek, tabi ki edilmesi gerekir bu noktadan sonra, fakat sürecin ve ihalenin bize kalacağı aylar önceden belliyken bu macera yerine daha etkin politikalar izlenebilirdi. 
Bakın bugün haber ajanslarına düşen bir haberde ne diyor insan haklarını ve demoktasiyi savunan BM: 
"BM: 1 milyon Suriyeliyi doyuramayız"
Zaten bu güdümlü örgütlerin amacı beslemek olsaydı hizmet ettikleri kirli güçlerin çıkarları için değil insanlık için hareket ederdi. Hizmet ettikleri güçlerin amacıda özellikle Müslüman demografisini yok etmek değil mi?

Velhasılı şu aşamada ülke olarak iki kutuptaki farklı güçlerin arasında bir denge siyaseti izlemeye mecbur durumda bırakıldık. Bir yanda enerji bağımlılığımız olduğu sürece Rusya ve İran'a diğer yanda tam bir finansal özgürlüğümüz olmadığı sürece para babalarının jandarması ABD ve yandaşlarına sözde olduğu kadar özde dik durabilmemiz şu aşamada çok mümkün değil. Şu aşamada herkes zaman kazanma derdinde. En başta Esad bu amaçtaymış gibi gösteriliyor medya tarafından fakat esas ABD, İsrail ve diğer yandaşları, karşısında da Rusya ve İran da süreci tartarak herkes kendi çıkarına birşeyler koparma derdinde. Sonuç olarak bu gerginlikler enerji piyasasına yansıyor ve yansıyacak. Bu gerginlik olduğu sürece Rusya ve İran pahalıya kendi doğal kaynaklarını satacak. Diğer yandan İsrail önündeki seçimleri atlatacak ve süreçte daha aktif rol oynamaya başlayacak. Bu dönem ardından özellikle İsrail ve İran arasındaki gerginlikler önplana çıkmaya başlayacak. Bu süreç içinde kıvılcım çakılmadığı sürece ABD ve Rusya'nın ortak bir isimde anlaşması sağlanana kadar Esad dönemi sürüncemede devam edecek ve olan mültecileri doyurmak zorunda kalan Türkiye'ye ve Türk halkına olacak.

Hâ şu aşamada politik olarak elimizi güçlendirecek manevra adımlarını bu belirsizlik sürecinde fırsattan istifade atabilir miyiz, şu aşamada Türkiye tarafında da bu yönden zaman kazanma derdi devam ediyor. Biran önce enerji bağımlılığına yönelik adımların atılması ve özellikle nükleer projelerin hayata geçirilmesi gerekmekte. Şahsi fikrim olarak bu konuda İran'a daha yakın durmak gerektiğini düşünüyorum. Sonuç olarak sıfır maliyetli ve çıkarları örtüşen bir politika ile geleceğin iki süper gücü olabilecek bir potansiyel varken neden elin Rus'una elin Zionist ABD jandarmasına yalvaralım? Kaldı ki bir predatör satacaklar diye senatodan oylama bahaneleri sunan ABD bize nükleri yedirir mi? Nükleer kozunu İran'a kaptırmamak için yapmadıkları baskı ve oyun kalmazken ABD nin güdümünde bir nükleer Türkiye'ye de birşey kazandırmaz. Bunun yanında dikine kalkış yapabilen insansız hava aracı geliştirebilen İran, o meşhur ABD predatörlerini düşürmeden indirebilecek bir teknolojiye sahipken, Türk'ün zekâsı ile bu ArGe yi buluşturmak ABD ye yalvararak parasıyla satın almaktan katbe kat daha ucuz olacaktır. Süper güç olmak öyle lanse edildiği gibi tek dişi kalmış medeniyetlerin uşağı olmaktan geçmiyor aslında, burnumuzun dibindeki fırsatları kullanmak aslında bize bu yolu kolaylıkla açacaktır.

Öncelikli olarak finansal özgürlüğü sağlamak gerek ki buna yönelik en önemli adım IMF in ülkeden kovulmasıdır. Bu noktadaki politikaların kararlılıkla sürdürülmesi gerekir. Bunun yanında piyasayı tekelcilikten kurtarmak önemli bir stratejidir ülke açısından. Şimdiye kadar Türkiye'nin elit!!! aile şirketleri medya karteliyle dilediği gibi çevirdi piyasayı ve hizmet ettikleri güç de hep dünyanın kapital elitleri değilmiydi? Ülkeyi bu tekelci zihniyetle soymayı engelleyecek adımların devam etmesi ve rekabet sağlayacak yeni ve güçlü bir sermaye topluluğu olması öncelikli şart bu tekelin kırılması için. Bunun yanında faiz döngüsünün kırılması ve ülkenin üretilen değerinin faizcilere aktarılmasının engellemesi bir diğer öncelikli konu. Tabi ki bu da ülkenin borçlarının kapatılmasıyla sağlanacaktır. Türkiye ancak finansal özgürlüğü tam olarak eline alabilirse kendi iç dinamikleri ile ayakta kalabilir. Yoksa her an daha geçen sene yaşadığımız gibi 40milyon lot Garanti hissesini açığa sattıklarında borsa çöker, ülke ekonomisi daha çok türbülansa girer, faizler yine fırlar, cari açık daha da açılır, enflasyon hortlar, ülkenin küçük yatırımcısını daha çok soyup kaçarlar.
Biz dönelim yine başladığımız konuya;

Sonuç olarak Suriye meselesi dünya düzenini şekillendirecek bir mihenk taşı konumunda. Bu noktada henüz belirsizlik sürecinin bir süre daha süreceğini söyleyebiliriz. Bu aşamada kapital elitler bu kaleyi çeşitli komplolarla ele geçirmeye ve Irak ve Afganistanda yaptıkları gibi şekillendirmeye çalışacaklardır. Bu noktada Rusya ve özellikle İran'a dokunan bir kıvılcım bir savaşı kaçınılmaz kılar ki bu sürece kadar Türkiye'nin şu andaki sarmaldan kurtulması gerekir. Aksi takdirde Suriye'den sonra İran'dan önce hedef halen Türkiye...