8 Nisan 2013 Pazartesi

Türkiye-Suriye-İsrail-ABD Denklemi


Türkiye-Suriye-İsrail-ABD Denklemi




Bundan aylar öncesindeki yazılarda ifade ettiğimiz bazı kritik detaylar vardı. Bu detaylardan biri ABD başkanlık seçimleri ve sonrasında gerçekleşecek İsrail seçimleri ardından bölgede yeni gelişmelerin adımlarının geleceğini ifade etmiştik. Nitekim gelişmeler yaşandıkça bu ifade ettiğimiz detayların birbir gerçekleşmeye başladığını gözlüyoruz.

ABD başkanlık seçimlerinin ardından yapılan ilk açıklamalarda yeni dış işleri bakanı John Kerry ilk yurt dışı seyahatini Türkiye'ye, Obama'nında İsrail'e yapacağı haberleri gündeme geldiğinde "tüm bu gelişmeler ve bizim bölgede yaşanan olayların aynı zamanda kesişmesi manidar" demiş ve bölgeye yönelik pazarlıkların yapılacağı görüşmeler olacağını daha önceki bir yazıda ifade etmiştik. Nitekim de öyle oldu.

John Kerry, Obama'nın İsrail ziyaretinden bir hafta önce Türkiye'ye geldi ve İsrail ile yaşanan ve onlar açısından süreci tıkayan inatlaşmada orta yolu bulmak açısından Türk tarafının bir anlamda gazını alıp "özür" diyaloğunda platformu hazırlayıp pası Obama'ya attı. Ardından Obama'nın İsrail ziyareti başladı ve sözde barış kisvesi altında Filistin'i de gezip İslam coğrafyası insanının ağzına demokrasi ve özgürlük havarisi imajını pekiştirecek bir parmak bal çaldıktan sonra son dakika pazarlığı gibi lanse edilen aslında içeriği aylar önceden hazırlanmış olan İsrail'in Türkiye'den özür dileme safhası işletildi. Tabi ki her zaman olduğu gibi bu gelişme medya tarafından süslenerek vitrine sunuldu. Bu girişimle ABD, son dönemdeki kendi türettikleri sahte savaşlarla yıpranmış sözde barış yanlısı imajını onarmaya çalışırken diğer yandan İsrail'in stratejik çıkarlarında tıkanan trafiği açabilecek bir arabuluculuk ile özür için bahane oluşturdu. Sonuç olarak İsrail "istemeye istemeye sırf ABD'nin hatrı için özür diledi" senaryosunu kendi kamuoyuna yedirirken diğer yandan Türkiye'de politik bir zafer havası estirildi ve kamuoyuna bu şekilde lanse edildi. Peki gerçekten böyle miydi? Gerçekten politik bir zaferse neden Suriye konusu bu kadar çarşafa dolandığı, NATO füzelerinin ve askerlerinin sınırlarımıza konuşlandırıldığı bir zaman dilimine denk geldi bu üç yıl geciken özür? Yoksa bölgedeki planlanan yeni gelişmelere kamuoylarını hazırlayabilmek için mi bu şekilde lanse edildi gelişmeler?

Daha önce de ifade ettiğimiz gibi Suriye meselesi Türkiye olmadan çözülebilecek bir mesele değil. Bütün bu girişimler Suriye konusunda Zionist kapital elitlerin çıkarlarına yönelik çözüm stratejilerinin bir eseridir. İçinde Türkiye'nin olmadığı bir çözüm, süreci hem uzatacak hem de istedikleri adımları atabilecek stratejik üsler olmayacaktır. En başından beri bu çözüm için Türkiye'nin askeri gücünü kullanma derdindeler. Bu sınırlarımıza yapılan taciz ateşinden de, sebebi halen açıklanamayan ama İsrail tezgahı kokan uçağımızın düşürülüşünden de, içeride patlatılan bombaların müsebbibi olarak Suriyeli ajanların gösterilmesinden de belli.
Türkiye üzerinden bir askeri müdahalede kaybeden Türkiye olur. Hem açılabilecek cephede başta Rusya ve İran olmak üzere enerji bakımından sıkıntıya düşürülebileceği gibi ayrıca askeri bir hedef konumuna gelecek Güney Doğu bölgemiz, zaten kapıda olan sözde Arap Baharı sevdası ile içerideki ince bir çizgide ilerleyen barış havasını da baltalayıp ayrımcı söylemlerin eyleme dönmesine kadar varabilir. Bu nedenle kontrolü elde tutacak bir zaman kazanma süreci halen işletiliyor.
Fakat her geçen gün artan mülteci girişi diğer yandan ekonomik anlamda tahammülleri zorladığı için Suriye'de bir çözüm Türkiye için de elzem durumda artık ve bu açıdan da zaman kaybetmemek gerek. 

Diğer yandan Akdeniz'deki Kıbrıs üzerinden işletilen finansal harp şimdilik küresel elitlerin istediği gibi işletildi. Ruslara G.Kıbrıs'daki kara paraları üzerinden büyük bir darbe vurulduğu gibi G.Kıbrıs'ın geleceğini ipotek altına aldılar bile. Artık stratejik kurumlar özelleştirilecek ve G.Kıbrıs hem stratejik hem de yeni enerji kaynakları anlamında bir üs olarak kullanılacak. İsrail (daha doğrusu kapital elitlerin paravanı İsrail hükumeti), G.Kıbrıs açıklarındaki gaz rezervlerini kendi kontrolünde Avrupa'ya taşıyıp Ruslara enerji açısından bir darbe indirme derdindeler.

Son darbe olarak da Suriye dilediklerince şekillendirilebilirse Ruslar'ın Akdeniz'deki etkinliği yok edilmiş olacak. İşte bu nedenle Suriye meselesi kapital elitlerin dilediğince şekillendirilip kontrol edilebilir bir parçalanmış ülke veya kontrol edilebilir bir yönetim haline getirilmesi elzem onlar açısından. Bölgedeki bu girişimlerin hızlandırılmış olması da, G.Kıbrıs'ın son finansal darbe ile diz çöktürülmüş olması da, İsrail'in özrü de bundan dolayı yaşanıyor zaten.

Dikkat edilirse hepsi Türkiye'yi doğrudan ilgilendiren konular. İşte bu sebeple stratejik hata yapma lüksümüzün olmadığı ince bir çizgiden geçiyoruz ülke olarak. Yoksa neden ABD ilk ziyaretini Türkiye'ye yapıyor, neden İsrail durduk yere özür diliyor? Bakın geçtiğimiz günlerde papa seçimi yapıldı. Ne hikmetse yeni seçilen Papa'da ilk ziyaretini İstanbul'a yapacağını açıkladı. Sizce bu da tesadüf mü? Yeni papa dinler arası diyaloğu pekiştirmek istiyormuş, bunun da ilk adımını İstanbul'dan Fener Rum patriğini ziyaretle başlatacak. Biz bu diyalog masalını son zamanlarda sıklıkla duymaya başlamadık mı? 
Dünyaca ünlü CEO lar da İstanbul'u mekan edinme derdindeler, İstanbul finans merkezi hızla ilerliyor, Borsa İstanbul ilk adımı attı geçen gün açılış gongunu çaldı, anonim şirket oldu ve yakında iyi paraya satılır. Ardından Merkez Bankası İstanbul'a taşınacak, ardından çok geçmeden IMF ya da Dünya Bankası da merkezini buraya taşıyacak göreceksiniz... Amaç ne? Plan ne? Hepsinin ana temasını daha önceki yazılarda dilimiz döndüğünce anlatmaya çalıştık...

Şimdi büyük bir strateji ile hazırlanan bu sahnenin içinde bizim rolümüz ne olacak? Paranın gücüne hizmet eden bir taşeron muyuz? Yoksa sözünü dinletecek bir güç olabilecek miyiz? Bunun öncelikli yolu ekonomik özgürlükten geçiyor. Enerji ve teknoloji anlamında bağımlı bir ülke olarak ne kadar ekonomik özgürüz veya tam bağımsızız? Amaç ekonomik özgürlüğü kazanmak adına öncelikle zaman kazanmak mı? Yoksa para kazanmak için paranın emrinde taşeronluk yapmak mı? Bunu biz değil tarih yazacak, bilemiyoruz... Sadece IMF'e borcu ödemek ile ekonomik yönden bağımsızlığımızı ıspatlamış olamayacağımıza göre yine bölgedeki küresel elitlerin adımlarına karşı ülke insanının duruşu şekillendirecek geleceği, belki de yine mecliste tarihsel tezkereler oylanacak. Irak'a Türkiye üzerinden girmeye karşılık para teklif edenler belki yine aynı senaryo ile karşımızda.

Önümüzdeki hafta özrün ardından İsrail heyetleri sözde özrün detaylarını konuşmaya gelecekler. John Kerry bu kapsamda yine işbaşında ve Türkiye'ye geliyor yine. Özür mü konuşacaklar? Yoksa bölgesel pazarlıklar mı? Bakalım bu görüşmelerden neler çıkacak göreceğiz. Ardından Mayıs'da Obama çağırmış başbakanı. Son detaylar da orada görüşülür herhalde. Yine esas gündem bölgesel pazarlıklar ve son kale olarak Suriye konuşulacağı kesin. Suriye meselesi ülke ve bölge açısından mihenk taşıdır. Buradaki en ufak sarsıntı büyük hasarlara sebebiyet verebilir.

Ekonomik anlamda bağımlı mıyız? yoksa medyada vitrin yapıldığı kadar küresel güç mü oluyoruz? işte o zaman belli olacak herşey. Umarız ülke çıkarları herşeyin üzerinde tutulur ve paranın gücüne boyun eğdirilmez. 




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlar için adres burası...